Gülenci darbe örgütlenmesi ve onu besleyen kanallarla ilgili mücadelede şirazenin kaçmış olduğu giderek hükümeti de içine alan ortak bir kanı. Bunun nasıl ve niye olduğu epeyce yazılıp çizildi. Kişisel kariyerizm muhtemelen bu yaygın suistimalin nedenlerinden biri. Ancak ‘işin’ arkasında daha örgütlü bir çabanın olduğuna dair de epeyce karine var. Örgüt denince birçoğumuz Gülencilerin bu tasfiye sürecini sulandırmasını düşünüyor. Ne var ki şu an yaşanan ‘sulandırmalarda’ yapanlar belli ve yerlerinde kalmaya devam ediyorlar! Yani bunlar ‘FETÖ’cü değil… Siyasi ibre ulusalcılara işaret ediyor ve bunun hiç de şaşırtıcı olmayan bir temeli var.
***
Vurgulamak gerek ki, AK Parti ve dindar muhafazakarlar içinde Batı’nın şeytanlaştırılmasına dayanan ve ‘Kurtuluş Savaşı’, ‘üst akıl’ türünden klişeler üzerinden yapılan değerlendirmeler aslında bu cenahı ulusalcılarla çok yakın bir konuma getirdi. Dolayısıyla bir ulusalcının ‘AK Partili’ gibi görünmesi son derece mümkün. Tehlike şurada: AK Parti’nin ‘üst akıl’ ve ‘büyük tek düşman’ söylemi pragmatik veya psikolojik bir ihtiyaca cevap verirken, aynı söylem ulusalcılar için bir ideolojik ve örgütsel zamk. AK Parti Gülencilerle mücadele ederken yarattığı boşluğu kendisi doldurmuyor. Doğrusu da bu… Siyasi iktidarın ‘kendi’ adamlarına yer açması meşru bir tutum olamaz. Ancak boşluk orada öylece duruyor ve ‘fethedilmeyi’ bekliyor. Nitekim bu boşluğu, AK Parti’nin ‘yerli ve milli’ diye lanse edilen ama basmakalıp ulusalcı jargondan ileri gidemeyen söylemini en sistematik şekilde hayata geçirenler dolduruyor.