Marksistlerin hayatı epeyce basitleştiren bir diyalektik anlayışı vardır. Herhangi bir duruma “tez” adını verebildiğiniz ölçüde, buna cevap olarak ortaya “antitez” çıkar, bu ikisinin çatışması bir “senteze” dönüşür ve söz konusu yeni durum bir “tez” işlevi görür. Böylece hayat yöntem olarak kendisini sürekli tekrarlayan ama içerik açısından “ilerleyen” bir spiral olarak tasavvur edilir.
AK Parti’nin son üç yılına da böyle bakabiliriz… 2014 ortasında Erdoğan cumhurbaşkanı olduğunda AK Parti’nin sloganı “yeni Türkiye” idi. Bu ibare ihtiyaç duyulan inşa döneminin habercisi olarak kullanılıyor ve bunu gerçekleştirecek olan iktidarı da “yeni AK Parti” şeklinde lanse ediyordu. Davutoğlu’nun başbakan olarak tercih edilmesi söz konusu misyona uygundu. Hukuk devletine geçilecek, temel kurumlar yeniden yapılandırılacak, siyasi yapı herhangi bir geri dönüşe izin vermeyecek şekilde dönüştürülecek; iç ve dış politikada yumuşamanın, dostluk üretmenin, rasyonel pazarlıkçılığın önü açılacaktı. Nitekim Kasım seçimlerinin ardından hükümet verilen sözlerin hepsini zamanında hayata geçirmekle kalmadı, AB ile yeniden yakınlaşarak göçmen ve Suriye meselesinde Batı üzerinde etkili olabileceği bir konum yarattı. Buna “tez” diyebiliriz…