Avrupa ülkelerinde popülist akımların öne çıkması ve halkın desteğini alması yaygın bir olgu. İki nedenle… Birincisi sistemin kendi işlevini yapamayacak hale gelmesi, ikincisi ise tüm sistemi ontolojik olarak tehdit eden (dış) unsurların varlığı. İlkinin arka planında bir bütün olarak modernliğin krizi yatıyor. Kültürel çoğulculaşma karşısında cevap üretemediği ölçüde ister istemez otoriterliğe kayan, böylece liberal tasavvurdan feragat etmek zorunda kalıp bunu meşrulaştıran bir Batı dünyası ile karşı karşıyayız. Diğer unsur ise küreselleşme ile belirginleşen dış tehditlerin ülke içinde de rezonans bulmasını ve düzenin ancak özgürlük alanının daraltılması ile ayakta tutulabilmesini ifade ediyor. Bu siyasi atmosferde ‘merkez’ akımlar toplum nezdinde zayıf, yumuşak ve belirsiz kalıyorlar. Toplum daha net ve sert çıkışlar yapacak, kendisine güven aşılayacak siyasi hareketleri ‘özlüyor’ ve o boşluk popülizmle dolduruluyor. *** Anlaşılacağı üzere popülizm daima devletçilikle birlikte yürüyor ve bugün Batı’daki modernlik tahayyülünün, relativizmin becerilemediği noktada otoriterliğe ‘geri’ dönüşünü simgeliyor. Kaba bir mukayese ile bizle pek ilgisi olmayan bir gelişmeden söz ediyoruz. Türkiye ne Batı anlamında modern, ne kültürel çoğulculuktan uzak, ne de yönetimsel açıdan kategorik bir ideolojik dış tehdit altında.