İktidara geldikten sonraki yönetim anlayışının bugün tam tersine tutum sergileyen AK Parti, bizzat kendi tabanında bile hayal kırıklığı yaratıyor. Bu değişimi ‘ülkeyi kuşatıp parçalamak’ isteyenlerin varlığına dayandırmanın inandırıcı tarafı yok. Örneğin Türkiye’nin bölünmesi için bir hamle olduğu öne sürülen Barzani’nin bağımsızlık arayışına Batıdan herhangi bir destek gelmemiş olması, söz konusu tezin ne denli boş olduğunu gözler önüne seriyor. *** Laik kesimden bakanların çoğu ise bu değişimin, aslında önceden tasarlanmış bir planın parçası olduğuna, yani takiye yapıldığına inanma eğilimindeler. AK Parti’nin kamusal alana hakim olmayı, toplumu dindarlaştırmayı, ülkeyi ‘geriye’ götürmeyi daha baştan amaçladığı öne sürülüyor. Sonuçta kolay yoldan teşhis koymanın cazibesi sayesinde ideolojik kategorizasyon siyasi analizin önüne geçiyor. Böylece AK Parti ve Erdoğan’ı zihinlerindeki bir kutuya yerleştiriyor ve bütün klişe önyargıların doğrulandığı sanısına kapılıp rahatlıyorlar… Ne var ki işin özünde dış komploların yarattığı zorunluluklar ya da takiyeden beslenmiş bir plan değil, farklı tercihler yatıyor. Bu tercihlerin nasıl yapıldığını ölçüt olarak alırsak, AK Parti iktidarını üç dönemde ele almak gerekir. 2002-13 arasında partinin doğrultusu az veya çok ortak akla dayanmaktaydı. Karar mekanizması çeşitlilik içermekte, hareketin liderleri ve doğal sözcüleri olsa da, örneğin bakanların geniş bir özgürlük alanı bulunmaktaydı.