Başkanlık sisteminin bir alternatif haline gelmesi, CHP’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin tercih ve kararları sonucuydu. Ana muhalefet ve ‘ana’ yargı o süreçte demokrasiyi rafa kaldıracak hamlelere imza atarak hem kendi hem sistemin meşruiyetini büyük ölçüde zedelediler. Cumhurbaşkanı’nın seçimle geliyor olması ise bu yapıyı taşınamaz hale getirdi. Çünkü 12 Eylül Anayasası yetkili ve sorumsuz bir cumhurbaşkanı yaratmıştı ve seçimle geldiği için ilave meşruiyeti olan birinin bu hakkı kullanmaması zordu. Böylece ortaya iç tutarlılığa sahip olmayan bir garabet çıktı ve ironik olan şu ki, bugünlere ancak demokratik alanın daralması sayesinde gelinebildi. Aksi halde cumhurbaşkanlığı-hükümet-Meclis üçgeni şimdiye kadar çoktan tıkanabilirdi.
***
Bugün artık parlamenter sistemin ihyasından ziyade başkanlık sistemine geçiş yönünde bir dinamiğin içindeyiz. Teorik açıdan bunun demokrasi veya rejim bağlamında sorun oluşturması beklenemez. Aksine kuvvetler ayrılığına, ‘denge denetleme’ ilkesine saygı gösteren bir Anayasa eşliğinde, başkanlık sisteminin çok daha demokratik bir Türkiye yaratma ihtimali daha fazla.
Ne var ki halen sürdürülen iktidar olma biçimi, geniş bir seçmen kitlesinde kaygı da uyandırıyor. Bugün her konuda kolayca ve hiçbir kurumsal itiraza maruz kalmadan ‘tek adam’ yönetiminin uygulanabilmesi, ileride kurumsal denetimin kabul edilme ihtimalinin inandırıcılığını azaltıyor. Öte yandan parti ve hükümet yetkilileri her fırsatta ‘doğru’ bir başkanlık sistemi önerileceğini söylüyor. Dolayısıyla spekülasyon yapmaktansa AK Parti’nin anayasa teklifini görüp ona göre değerlendirmek daha anlamlı.