Gülen cemaati ile ilişkisi nedeniyle bugün herkesin kendisini az çok suçlu hissetmesi doğal. Ancak bu yapının bir örgüte dönüşmesi zaman içinde, uygun koşullar sayesinde ve elde edilen başarıların teşviki ile oldu. Gülen’in gelecek tahayyülünde muhtemelen bir darbe yoktu. Çünkü devlet kurumları yanında AK Parti’ye de nüfuz edeceğini ve bu sayede ülkeyi yöneteceğini düşünüyordu. Öte yandan söz konusu yapının şeffaflıktan kaçan, nabza göre şerbet veren ve her koşulda kendi ağını genişletmeyi hedefleyen niteliği her zaman rahatsızlık yarattı. Bunları herkes gördü, birçoğumuz yazdı ancak siyasetin dengeleri Gülencilerin palazlanmasını engelleyemedi.
***
Bugün herkes kendi özeleştirisini yapmalı… AK Partililere de kendi özeleştirilerini yapma görevi düşüyor. AK Parti iktidar olduğunda bürokrasi karşısında fazlasıyla zayıf bir konumdaydı, PKK ile mücadele edilmesi gerekiyordu ve asker darbe planları yapıyordu. O noktada bürokrasi içine yerleşmiş ve muhafazakar cenahtan gelen Gülen cemaati ile işbirliği yapmaktan başka çıkış yolu bulunamadı. Sonrasında askerin yıpranması ve Kürt meselesinde çözüm girişimleri ile birlikte iktidarın hareket alanı genişledi. ‘Cemaate’ ihtiyaç azaldı ama bu kez de Gülenciler fazla güçlenmişlerdi ve iktidardan pay istediler. AK Parti doğru bir duruşla buna ‘hayır’ deyince de, Gülenciler ile siyasi iktidar arasında bir ‘ölüm kalım savaşına’ doğru gidildi ve PKK’nın savaşı tercih etmesinin de etkisiyle AK Parti bu kez de askerle işbirliğine yöneldi.
Burada AK Partilileri rahatlatacak olan şey, önce Gülen cemaati, sonra da askerle yapılan her iki işbirliğinin de ‘zorunlu’ olduğudur. Her iki durumda da iktidar ayakta kalmak ve tehditleri atlatmak üzere belirli bir grupla ‘istemese de’ anlaşmak, birlikte hareket etmek zorunda kalmıştır…
***
Ne var ki artık bu türden rahatlatıcı değerlendirmelerin ötesine geçmek gerekiyor. Soru AK Parti’nin niçin askerle Gülenciler arasında sıkışıp kaldığı, bu sıkışmada kendi payının olup olmadığıdır… Bu sorunun basit bir cevabı var: AK Parti Ordu-Gülen eksenine sıkıştı, çünkü iktidar-muhalefet eksenini işlevsel hale getirmedi. Klasik bir sağ yaklaşımla çoğunlukçu ‘demokrasi’ anlayışı sürdürüldü, Meclis yürütmenin uzantısı olarak kullanıldı ve nihayette parlamento gerçek anlamda çalışamadı. Bunda iktidarın hızlı davranmak istemesinin, muhalefete güvenmemesinin, muhalefetin ise yapıcı olmayan bir tarz sergilemesinin payı da var… Ancak meselenin temelinde, yönetme işlevini siyaset ekseni yerine vesayet ekseni üzerinden aramak yatıyor.
AK Parti hala alt edilemeyen bir tepkisellik içinde, kendi siyasetini vesayet dengeleri içinde aradı. Çünkü iktidarda kalmanın tek yolu tüm seçimleri uzak ara kazanmaktı ve bunun için de kutuplaşmadan medet umuldu. Böylece muhalefet sistem dışına itildi ve Ordu-Gülen ekseninde salınmak durumunda kalındı.