Bir vatandaş olarak AK Partili olmanın en dramatik yanı, partinin olumlu yönde yaptığı neredeyse devrimsel birçok değişimin, bazısı inatla sürdürülen ve akılcı olmayan uygulamaların gölgesinde kalması… Bunca yıl özgürlük alanının genişlemesinden kimlik haklarına, ekonomide sağlıklı ve rasyonel bir yönetimden vatandaşı öne çıkaran hizmetlere, yargının çoğulcu bir perspektife getirilmesinden polis reformuna birçok büyük adım atıldı. Bu adımların bilgisiz, düşüncesiz veya sorumsuz kişilerle atılması herhalde mümkün olamazdı.
AK Parti baştan itibaren bir kadro partisi olarak ortaya çıkarken bu kadroyu örneğin ANAP’ta olduğu gibi parti kuruluşunda devşirme yollarla sağlamadı. Her biri bu siyasi hareketin içinde emek vermiş, deneyim kazanmış, hayatın süzgecinden geçmiş, birbirini tanıyan ve saygıda kusur etmeyen kişilerle yola çıktı. Ama çok daha büyük bir basiretle, ülkemizde zor bulunan bir hasleti de öne çıkardı. Genç kuşağın en parlak temsilcilerini hiçbir gocunma taşımadan yetkili koltuklara oturtmayı, onlara sorumluluk vermeyi bildi. Üstelik bir yandan kadroları her hükümet döneminde daha da zenginleştirirken, görevinden ayrılanların partiye olan bağlarını muhkem tutabildi.
***
Bunlar cemaatsel veya siyasi gelenekle açıklanamaz. İstişare ve meşveret hangi zihniyete sahip olduğunuza bağlı olarak farklı sonuçlar yaratır. Nitekim söz konusu gelenek AK Parti öncesinde ‘yerli’ ataerkilliğin çerçevesinden çıkamamıştı. Refah Partisi’ndeki ‘yenilikçi’ arayışın temel dayanaklarından biri rasyonel olmayan politikalar ise, diğeri de bu zihni tutumdu. Bu nedenle AK Parti’nin iç enerjisi kendiliğinden ‘ortak akıl’ etrafında şekillendi ve demokratlığı dindar muhafazakarlıkla birleştirecek yönde ilerledi. O dönemde hareketle ilgili olarak ‘muhafazakar/Müslüman demokrat’ tabirinin kullanılması bir temenni değil, nüve halinde ama zaten yaşanmakta olanın adıydı. Bu tabir sadece AK Partililerin kendilerine bakışını değil, dindar cemaat dışında kalan gözlemcilerin de değerlendirmesini yansıtıyordu.