Bir siyasi parti yöneticisi olsanız seçmeninizin demokrat zihniyete yakın olmasını ister miydiniz? Buna verilen idealist ve romantik cevap ‘evet’tir çünkü hemen herkes kendisinin de demokrat olduğunu ve aynı nitelikte bir tabanla daha başarılı olacağını varsayar. Gerçekte ise tarihsel ve kültürel nedenlerle demokrat zihniyet bugün Batı toplumlarında bile istatistiki olarak ancak üçüncü veya dördüncü sırada yer alıyor. Dolayısıyla aslında siyasi partiler epeyce rahat konumdalar. Aksi halde demokrat bir taban siyasi partileri sürekli demokratlığa itecek ve kurumların uyumsuzluğu ortaya çıkacaktı. Bu da birçok kişinin kariyerinin bitmesini ima edecekti…
Neyse ki siyasi partiler zihniyetin genelde büyük ölçüde sabit olduğu veya çok yavaş değiştiği dönemlere ait oluşumlar olarak yaşar ve zamanı gelince de hayattan çekilirler. Çünkü zihniyet değişimi nesilleri içeren, bazen birkaç asra uzanan bir dönüşümü ima eder. Dolayısıyla her siyasi parti bizzat kendi zihniyetinin seçmeninde de aynen var olduğunu varsayar ve genelde gayet gerçekçi davranmış olur. Ekleyelim ki zihniyet derken ideolojilerin, kimliklerin, siyasi ve kültürel talep ve tercihlerin derinindeki bir ‘zeminden’, hayatı ve gerçekliği anlamlandıran zımni bir varoluş paradigmasından bahsediyoruz. O nedenle örneğin ideolojiler değişse bile Türkiye’deki siyaset alanının kültürü ataerkil/otoriter bileşiminde takılıp kalmıştır. İdealist bir liderin iradesi ile bu hali değiştirmek ise çok zordur, çünkü kurumun kültürü hemen her zaman galebe çalar.