Avrupa ile ilişkiler beklendiği yönde gidiyor. Her iki tarafta da yakınlaşma ve entegrasyon yanlıları siyaseten daha zayıf. Hem her iki tarafta da artan popülizm ve yüzeysel milliyetçilik nedeniyle hem de diğer tarafı savunma anlamında ellerinde fazla bir argüman olmadığı için. Bugün Türkiye’de Avrupa’yı savunmak zorsa, idrak etmemizde yarar var ki Avrupa’da Türkiye’yi savunmak çok daha zor. Avrupa’daki dışlayıcı ruh hali büyük ölçüde halkın bir bölümünce ve apaçık ırkçı niteliklere sahip partilerce taşınıyor olsa da merkez partiler bundan uzak duruyor… Oysa dışarıdan bakıldığında bizde, bizzat merkezdeki ve iktidardaki partinin Avrupa ile mesafeyi açmaya çalıştığı ve halkı bu yöne sürüklemek istediği gözlemi yapılıyor.
***
Bu atmosferde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin Türkiye’yi 13 yıl aradan sonra yeniden siyasi denetim altına alma kararı beklenen bir durum. Karar tabii ki siyasi… Çünkü bu kurumun aldığı bütün kararlar siyasi ve nitekim 2004 yılındaki denetimin kaldırılması kararı da öyle idi. Ancak ‘siyasi’ demek ideolojik demek değil… Yani bu insanlar salt Türkiye karşıtlığı nedeniyle böyle bir karar vermediler. Belki bazısının cezalandırma arzusu vardı ama ellerinde çok güçlü bir koz da bulunuyordu: Türkiye son bir yıl içinde gerçekten de Kopenhag Kriterleri’nden uzaklaştı ve bu durum kaçınılmaz değildi. Diğer bir deyişle yönetim bu durumu iradi olarak seçti. Dolayısıyla Avrupa’dan bakıldığında Batı ile olan mesafesini artırmak isteyen, buna gerekçe üreten ve söz konusu uzaklaşmayı uygulamalarıyla zorlayan bir Türkiye görülüyor.