Türkiye’yi geleceğe istikrarla taşıyacak yeni bir anayasa bugün artık acil bir ihtiyaç. Var olan hukuki çerçeve ve arka planındaki zihni yapıyla şu anki sorunların çözülme ihtimali olmadığı gibi, hızla yenilerinin yaratılacağı ve akılcı bir yönetimin neredeyse imkânsız hale gelebileceği gözüküyor. Bu değişikliği yaparken yönetim sisteminde de başkanlığa doğru geçilmesi, seçilmişlerin ve dolayısıyla toplumsal tercihlerin bürokrasi ve resmi ideoloji karşısındaki konumunu güçlendirecek. Eğer temsil yeteneğinden ödün vermeyen ve denetleme sistematiğini de hakkıyla oturtan bir alternatif üretilebilirse, toplumun söz konusu geçişe büyük oranda ‘evet’ demesi şaşırtıcı olmaz. Çünkü nihayette bu sistem iktidar kadar muhalefetin de işine gelir. Hem parlamentonun özerkliği açısından, hem de alternatif tek aday çıkararak AKP’yi yenme şansı vereceği için.
Ancak bu değişimi bir anda yaşamayacağız. Tartışma ve süreç
zamana yayılacak. Bu süre içinde yaşanan her şey, alınan
tutumlardan kullanılan dile başkanlıktan ‘gerçekte’ ne
anlaşıldığını, yani nasıl ‘kullanılacağını’ ima edecek. Örneğin
Türkiye’nin yıllar sonra AB ile açtığı ilk fasılda merkez
bankasının konumu ve özerkliği biçimlenirken, siz başkanlık sistemi
geldiğinde merkez bankasının yürütmeye tabi olacağını ima etmeye
kalkarsanız ortalıkta ne yerli ne yabancı yatırımcı bulamazsınız.
Başkanlık sistemiyle birlikte Türkiye’nin ekonomik sıçrama yapacağı
hayali, bizzat bugünkü saçma sapan söyleminiz yüzünden heba olup
gidebilir. Kısacası, hedefin olumlu niteliği o hedefi
gerçekleştirmek için yeterli değil. O noktaya nasıl ilerlediğiniz
de en az onun kadar belirleyici. Bu açıdan bakıldığında AKP’nin
önünde birbirine bağlı iki tehlike bulunuyor.
Birinci tehlike başkanlığın ‘araçsallaştırılması’. Diğer deyişle
başkanlığı bizatihi kendi nitelikleri nedeniyle ve topluma yapacağı
katkı üzerinden değil, başkanlığın gelmesiyle kendi kişisel
konumunun güçleneceği beklentisiyle savunmak. Yani başkanlık
sistemini ‘savunuyor olmanın’ bir ikbal kapısı olduğu varsayımı.
Cumhurbaşkanı’nın bu değişikliği çok istediğini bilen ve başkanlığı
savunarak onun ‘gözüne girmeye’ çalışan epeyce kişi var ortalıkta.
Bu kişilerin kendi arasında gizli bir rekabetin olması da çok
doğal… Böylece ortaya garip bir ‘meslek’ çıkıyor: Yarın Erdoğan
fikir değiştirse aynı gün onunla birlikte fikir değiştirip bugün
söylediklerinin tersini savunabilecek bir amigo kümesi ile karşı
karşıyayız. Ne var ki bir fikrin toplumsal kabulü, o fikrin
taşıyıcılarının tıyneti ile de yakından bağlantılı. Böyle bir
grubun görünür hale gelmesi hedefin de kalitesizleşmesine neden
oluyor. Ama belki daha önemlisi doğrudan AKP’nin kalitesi hakkında
kalıcı bir olumsuzluk üretiyor.