Bireyselleşme kültürünü güdük bırakan zihniyet ortamları kamuoyuna çıkan aykırı seslerin sayısını da doğal olarak asgariye indirir. Türkiye de böyle bir ülke… Halen fazlasıyla cemaatçi… O kadar ki kendilerini bireyselleşmiş addeden laik kesim aydınları bile dar cemaatler içinde yaşayabiliyorlar. Diğer deyişle ataerkil zihniyetin etki alanından kurtulduğunu düşünüp otoriter zihniyetin ideolojik kalıpları arasında ‘özgürleşme’ arayanlar, dönüp dolaşıp kendi kültürlerinin kadim kodlarına esir düşüyor. Yine de muhafazakar ve laik aydınlar arasında çok belirgin farklar var. Muhafazakar aydınlar cemaat siyasetini kutsallaştırdıkları ölçüde aşırı pragmatik, entelektüel açıdan neredeyse ‘oportünist’ bir tavır sergiliyor. Çünkü siyasetin gerekleri her dönemeçte değişebiliyor ve aydın kendisini bu yeni tercihi savunma zorunluluğu ile karşı karşıya bulabiliyor. Kişinin kendisi ve geçmiş söylemi ile tutarlı olma kaygısı önemsizleşirken, cemaatin bütünsel siyasi hedeflerinin kollanmasına yönelik bir ‘üst ilke’ doğrultusunda davranılıyor. Ne var ki bu düşünmenin değil, eylemin ilkesi olabilir ancak… Diğer deyişle aynı hedefe doğru gittiğiniz sürece neyi önereceğinizin ve savunacağınızın önemli olmadığını söyleyen bir ‘ilke’. Böylece muhafazakar aydının önüne kolay göğüsleyemeyeceği bir ahlak meselesi çıkmış oluyor. *** Laik aydınlara gelince, onlar da bireyselleşmeyi taşımakta zorlandıkları ölçüde katı bir ahlak mirası bırakmanın, hiçbir somut işe yaramasa da bunda övünç aramanın peşindeler.