Demokratik yönetimleri otoriter sistemlerden ayıran en kritik kelimeler mesafe ve görecelilik olmalı. Tek adam veya parti yönetimlerinde kurumlar arasında mesafe kalmadığı gibi, yetki de belirli bir noktada yoğunlaşıp tekelleşir. Oysa sistemin demokrasi diye adlandırılabilmesi için, kurumlar arası belirgin ve şeffaf bir mesafenin oluşması ve her kurumun kendi göreceli özerkliğine sahip olması gerekir. Diğer taraftan ister parlamenter ister başkanlık sistemi uygulansın, yürütmenin ‘genlerindeki’ diğer erkleri hegemonyası altına alma dürtüsü engellenemeyebilir. Nitekim yasama organı kişiliğini yitirme riski ile karşı karşıya kalabilir. Yargı ile ilişki ise genellikle daha gerilimlidir… Yürütme yargıyı kendi öznel ideolojik çerçevesi içine almayı istediği oranda, birçok ülkede yargı da yürütmeyi sözde ‘siyaset dışı’ addedilen bir ideoloji içine hapsetmeyi hedefleyebilir. Burada temel belirleyici, söz konusu ülkenin siyaset kültürü ve zihniyeti… Soru, yargının sınırları demokratik olarak çizilirken, onun göreceli özerk ve fikren bağımsız bir kurum olarak yaşamasına müsaade eden bir anlayışa sahip olup olunmaması. *** Türkiye bu gerilimden çok çekti… Bazen yargının ideolojik vesayetine, bazen de hukukun yürütme elinde araçsallaşmasına tanık olduk. Kamusal yönetim alanı boşluk affetmediği için, hangi kurum daha güçlüyse diğerinin alanına tasallut edebildi. 15 Temmuz sonrasının atmosferi de söz konusu gerilimin yürütme lehine dengesiz bir hale gelmesine neden oldu.