Elif Çakır konu etti… İlahiyatçı bir öğretim görevlisinin yürüttüğü saha çalışmasında ‘Dindar olmak ahlaklı olmayı gerektirir mi?’ sorusu sorulmuş ve görüşülen kişilerin yüzde yetmişi ‘gerektirmez’ diye cevap vermiş.
Oysa ‘yüzde doksan dokuzu Müslüman’ bir ülkede yaşıyoruz, kendisine dindar diyen insan sayısı artıyor ve başkaları dinsel kutsallarımıza dokunduğunda da çok aşırı tepkiler verebiliyoruz. Diğer deyişle bu konuda duyarlılığın yüksek olduğu, dini inancın kimliğin temel özelliklerinden birini oluşturduğu açık… Dolayısıyla dine bakışımızın dinin bizden beklentisiyle uyumlu olması beklenir. Eğer bir dinin akideleri söz konusu dine mensup kişilerin ahlaklı olmasını bekliyorsa, dini hassasiyeti olanların ahlakı dindarlığın parçası olarak görmesi ve o doğrultuda davranmasından daha doğal ne olabilir? Bu durumda yüzde yetmişin ahlakı dindarlık için gerekli bir koşul olarak görmemesini nasıl açıklayabiliriz?
***
İki ihtimal var… Birincisi, soru normatif olmasına rağmen, görüşülen insanlar gerçek duruma ilişkin kanaatlerini belirtmişlerdir. Yani ahlakın dindarlığın bir gereği olduğunu bilmelerine karşın, Müslümanların öyle davranmadığını bilmektedirler. Ne var ki bütün o insanların Müslüman olmadıklarını öne sürmek mümkün olmadığı gibi, dindar olmadıklarını da söylemek zordur. Hatta bu kişilerin dinin birçok gereğini aynen uyguladığı da gözleniyor olabilir. Buna rağmen ahlaklı davranmayabiliyorlar ise, ahlakın uygulamada dindarlığın bir gereği olmadığı sonucuna varabiliriz…
İkinci ihtimal, görüşme yapılanlar ne söylediklerinin farkındadırlar ve ahlakın gerçekten de dindarlık açısından büyük ölçüde ‘konu dışı’ olduğu fikrine sahiptirler. Belki de kendi hayatlarına baktıklarında pek de ahlaklı davranmadıklarını teslim etmekte ancak dindarlıklarından vazgeçmek de istememektedirler. Dindar olduklarını düşünmek kendilerini iyi hissettirmekte, ayrıca bu beyan ve görüntü sayesinde belirli sosyal ve siyasi ağların parçası olabilmektedirler. Bu açıdan dindarlık kişiyi sosyal alanda taşıyan bir üst kimlik işlevine sahip olmalıdır.
***
Diğer taraftan kendisine dindar diyen insanların içinde yer aldıkları sosyal ve siyasi ağların ahlaklı olma kaygısını aşıladığı çok kuşkuludur. Hatta belki de bizzat bu ağlar dindar kişiden ahlaklı davranmamasını talep ediyor olabilir. Bu durumda kişinin kendi manevi dengesini tatmin edici bir şekilde kurması zorlaşacaktır. Ancak bu noktada ‘biz-öteki’ ayrımının çok faydalı bir rol oynama ihtimalini gözden ırak tutmamak gerekir. Nitekim İslami kesim içinde yapılan gözlemler, ahlaki davranış yükümlülüğünün genellikle ‘biz’ karşısındaki davranış olduğunu ima ediyor. Yani eğer karşımızdaki kişi ‘biz’ diye adlandırdığımız bir bütünün içinde yer alıyorsa, ona ahlaklı davranmak gereği duyulabiliyor ve o noktada muhtemelen ahlak dini gereklerden biri olarak da savunulabiliyor.