Dine dönüş’ kavramı dindarların dünyasında her zaman temel bir yer işgal eder. Dünyanın düzeni bozulduğunda, adaletsizlik, yozlaşma ve zulüm arttığında dindarlar açısından bunun nedeni dinden ‘uzaklaşılmış’ olmasıdır ve çare de doğal olarak ona ‘dönüşte’ aranır. Kutsal kitaplara uygun bir hayat kurmak istenirken, hurafe olarak addedilen inançlar, gelenekler ve yorumlar bir kenara konulur. Bu açıdan İslam diğer dinlerden daha ‘davetkâr’. Birçok din, ona dönüldüğünde ne yapılacağını, nasıl yaşanacağını sadece ahlak ve ibadet temeli üzerinde belirliyor ve söz konusu dindarlar bunları zaten biliyorlar. Doğruyu uygulamak için yeniden Kitap’a bakmaları gerekmiyor… Oysa İslam hayatın hemen her unsuru ve yönü hakkında detaylı davranış kuralları sunuyor. Zaman içinde bu kurallardan uzaklaşılmış olması kaçınılmaz olduğu ölçüde, ‘dine dönüş’ meselesi de İslam’da çok daha reel bir tartışma ve arayış olarak ortaya çıkıyor. *** Öte yandan örneğin Hıristiyanlıkta kurumsallaşmış bir merkezi otoritenin, yani Kilisenin varlığı nedeniyle, dindarlar adaletsizlik ve yozlaşma ile bu kurum arasındaki bağlantıları görmezden gelemiyorlar… Dolayısıyla Hıristiyanlıkta ‘dine dönüş’ hemen her zaman Kilise’nin gücüne, doktrinine ve uygulamalarına itiraz anlamına geliyor. Diğer deyişle ‘dine dönerken’ kurumsal ve ‘çağdaş’ dine mesafe alınıyor, bir özgürleşme yaşanıyor. İslam bu açıdan da farklı… En azından Sünnilikte din adına konuşan tekil bir otorite, dindarlığı belirleyen bir kurumsallaşma yok.