Ekonomide işler büyüme ve cari açık açısından iyi gitmediği gibi, optimal altı göstergeler yeni bir denge durumuna da işaret edebilir. Nitekim firma boyutunda da karşımıza ferahlatıcı bir tablo çıkmıyor. Şirketlerin toplam borçlarının öz kaynaklara oranı giderek artıyor. 2004’te yüzde 47,5 olan bu rakam 2015 itibariyle yüzde 63’e çıkmış durumda.
Finansman giderleri ise 2012 yılında 8,6 milyar lira iken 2015’te 28,3 milyar lira… Eklemek gerek ki bu sıçramanın dörtte üçü kur artışından kaynaklanıyor. Diğer bir deyişle finansman maliyetini faiz üzerinden aşağı çekmeye çalışanların bir gözü de döviz hadlerinde olmalı. Çünkü iyi düşünülmemiş maliyet düşürme çabaları bumerang misali dönüp maliyeti daha da artırabilir. Ayrıca alınan kredilerin yatırıma dönüşme oranı da çok küçük. Yani ‘borçlarımız artıyor, göreceli maliyeti yükseliyor ama hiç olmazsa parayı doğru kullanıyoruz’ da diyemiyoruz… Para döner sermaye havuzu içinde eriyip gidiyor.
***
Ekonominin dinamik kesimi varsayılan orta boy sermayenin hali de buna paralel. Türkiye’nin ikinci en büyük 500 firmasının rakamlarına bakıldığında, toplam borçların toplam varlıklar içindeki payının yükselip 2015 itibariyle yüzde 60,5’e ulaştığı görülüyor. Aynı yıl kısa vadeli borçların artış hızı ise uzun vadeye göre 4 misli… Nitekim finansman giderleri bir önceki yıla göre yüzde 46,6 artmış.
Ülke olarak son on yılda dış borcumuz 2,5, özel sektör borcu 3,5 kat yükselmiş. Ancak geliştirilecek politikalar ve atılacak somut adımlar açısından asıl kritik veri, reel kesimin döviz açık pozisyonunun aynı sürede tam 8,5 kat artmış olması. Kısacası büyümeyi artırmak, enflasyonu aşağı çekmek için dövizi yükseltmeden faiz indirmeniz lazım. Zorlama yollarla, gerçek dengeleri ve piyasa tepkilerini dikkate almayan düzenlemelerin kalıcı iyileştirmeler yapması mümkün değil. Bu koşulun farklı bir yansıması olarak büyümeyi de ilave ve kalıcı bir cari açık yaratmadan gerçekleştirmek gerekiyor. Aksi halde uzun vadeli yatırım ve nihayette büyüme yetersiz bir düzeyde sabitleştirebiliyor.
***