Almanya ile süren krizi değerlendiren demeçlerinden birinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘hasbelkader’ kelimesini kullanmıştı. Kast edilen, Almanya’nın ‘tarihsel şans eseri’ bu kadar zengin olduğuydu. Bu tespit, 2. Dünya Savaşı sonrası küllerinden doğarak kısa sürede dünyanın en güçlü ülkelerinden biri haline gelmeyi başaran Almanya için söylendiğinde en azından yadırgatıcı olmalı. Nitekim tarihe dönerek bu ülkenin birkaç yüzyıldır ne denli güçlü olduğunu ve bunu nasıl başardığını göstermek mümkün. Ancak Batıya niçin bu şekilde baktığımız sorusu cevaplanmış olmaz… Çünkü mesele örneğin Almanya’nın tarihini bilip bilmemek değil, bilmeye gerek olmadığına dair güçlü bir inancımızın olması. *** Her nasıl olduysa kendimizi dünyanın merkezi olarak gören, dolayısıyla kendi tarihimizi bilmenin yeterli olduğunu kabullenen bir yapımız var. Ama ‘tarih’ denen disiplinin gereklerinden ya bihaber olduğumuz, ya da çıkacak sonuçlardan ideolojik olarak hoşlanmayacağımız için, kendi tarihimizi de gerçekten bilme merakı ile irdelemiyoruz. Bunun yerine öyle bir tarih anlatısı üretiyoruz ki zaten bizi dünyanın merkezi kılıyor. O noktadan sonra diğer ülkelerin tarihi de ‘garnitür’ mahiyetinde kalıyor… Ne var ki hayat hiçbir toplumun uzun süre kendini kandırmasına izin vermiyor.