Darbelerle yaşamış, darbelerden büyük acı çekmiş bir ülke olarak hem bu durumdan ‘milletçe’ şikayetçi olmak hem de sürekli aynı durumu yeniden yaşamak ve üstelik yadırgamamak normal mi? İlk cevabımız aksi yönde olabilir ama gerçekçi olmak gerekirse bizim kültürümüzde darbeleri normal kılan bir özelliğin olması gerekmez mi?
Bu özelliği zihniyet düzlemine gittiğimizde kolaylıkla buluyoruz. Otoriter/ataerkil bir kültüre sahibiz. Relativizmi daraltarak, işimize geldiği ölçüde devraldığımız için siyasi sistemimiz ve demokrasimiz bireyselleşmeyi ve çoğulcu bir yapı üretmeyi teşvik etmedi. Aksine modernleşmenin merkezileşme, ilerlemecilik ve pozitivizm unsurlarını yücelttik. Aydınlanmayı katı bir bilimcilik ve laiklik olarak algılarken, bunun karşısında konumlanan dindarlık da gizli bir ‘kurtuluşçu’ arayışla bugünlere geldi. Demokratlığın ise ne olduğunu bile henüz anlamış değiliz… Aklın sınırlarının farkında olarak haddini bilmek, geleceğe tahakküm etmekten korkmak gibi anlayışlar bize çok yabancı. Sahip olduğumuz kültürün temel özelliği kendimizi hızla ‘biliyor’ olma konumunda görme ihtiyacımız. Bu nedenle yüzeysellikten, sığlıktan çekinmiyoruz. Bir sonraki adım ‘biliyor’ olduğumuza göre gücü ele geçirdiğimiz anda ‘bildiğimizi’ başkalarına zorlamak oluyor. Bunu bazen hamasetle, yani ‘güzellikle’, bazen de zorla, gerektiğinde insan canına kıyarak yapabiliyoruz.
***