Nesnel değerlendirmelerin açıkça ifade edilemediği, duyulduğunda yadırgandığı bir dönemden geçiyoruz. Herkes kendi dar çevresinin mahalle baskısı altında belirli bir öznelliğe zorlanıyor ya da kendi isteğiyle o yöne savruluyor. İktidar karşıtları olan biten her şeyin suçunu hükümete ve Erdoğan’a yıkma hırsı içinde. İktidarın yandaşları ise, hükümet ve Erdoğan’ın olan biten bütün yanlışlardan muaf olduğunu kanıtlama peşinde… *** Oysa meseleyi dış ve iç iki çember gibi tasavvur etmek ve bunları birbirinden ayırarak irdelemek gerek. Dış çember iktidarın kontrolü dışındaki olayları kapsıyor ve bunların yükünün hükümete yıkılması haksızlık. IŞİD ve PKK terörü, FETÖ kalkışması, Batı ülkelerinin Türkiye’ye mesafe alan tutumu ya da küresel ekonominin daralmasına yol açan gelişmeler bu kategoriden… Gerçi bu alanlarda Türkiye’nin hiçbir şey yapamayacağını varsaymak da gerçekçi olmayabilir, ama asıl öznenin ‘bizim dışımızda’ olduğu aşikar. Buna karşılık iç çember iktidarın eldeki imkanlar çerçevesinde yapabileceklerini ifade ediyor. Burada hükümetin ve Erdoğan’ın karşısında birçok alternatif bulunuyor ve iktidar bunlardan bazılarını ‘tercih’ ediyor. Dolayısıyla yapılacak değerlendirmeler de bu tercihler üzerinde yoğunlaşmak zorunda… Böyle bakıldığında iktidarı her durumda suçlayanlardan çok, onu her durumda hoş gören, yaptıklarına mazeret bulanların AK Parti’ye zarar verdiğini görmekte yarar var. Terör, darbe ve dış dünyanın husumeti ya da küresel olumsuzlar önemli ayak bağları yaratsa da, hiçbir zaman Türkiye’yi seçeneksiz kılmıyor.