Henüz bir yıl öncesinde Irak Kürdistan’ı ile nasıl bir ilişkimiz vardı, herhalde hatırlıyoruz… Ekonomik alanda zaten herkesin imrendiği ve ‘araya’ girmeye çalıştığı bir ‘organik’ bütünleşme sağlamıştık. Batılı büyük şirketler bile aldıkları işleri Türk firmaları üzerinden hayata geçiriyordu. Petrolü daha uygun şartlarla alma fırsatının ötesinde, bu ilişki Türkiye’nin bölgesel kalkınma ve refah eşitlenmesinin de temel kaldıracını oluşturuyordu. Siyasi alanda ise,İran-Irak-Esat-Lübnan Şii yayının bölgenin güç dengesini kalıcı olarak yeniden yapılandırmasına rakip olabilecek tek unsur Türkiye/IKBY bağıydı. Aynı Şii yayından rahatsızlık duyan ama fiziki olarak bölgede olmak istemeyen ABD ve Rusya da IKBY’ye yanaşmak istiyor ve bu durum Türkiye’nin bu iki süper güç karşısındaki pazarlık gücünü artırıyordu. Daha geniş bakıldığında Türkiye/IKBY bağlantısının ekonomik, sosyal ve siyasi işlevselliği AB nezdinde olduğu gibi, Arap dünyasında da Türkiye için önemli bir prestij kaynağıydı. Bütün bunlara FETÖ ve PKK ile mücadelede IKBY’nin son derece yapıcı ve ‘yardımcı’ bir rol üstlendiğini de ekleyelim… *** Ne var ki Türkiye siyasi bir çalkantı döneminden geçiyordu ve dış siyasette ‘devlet politikası’ izlenmesi artık birincil öncelik olmaktan çıkmıştı. Diğer deyişle IKBY konusunda da Türkiye’nin çıkarları ile ‘siyasetin’ çıkarları iç içe geçmişti. Türkiye’nin çıkarları IKBY referandumunu ilkesel olarak sahiplenmek, ama pratikte uygulanmasını zamana ve uygun konjonktüre yayarak bu süreçte Türkiye’nin hakem ve arabulucu rolünü vazgeçilmez kılmaktı. Ancak ‘siyasetin’ çıkarları başka yönü işaret ediyordu.