İlk iktidara uzandığında AKP’nin işi çok kolaydı. Çevreden gelen, itilmiş ve horlanmış, ideolojik olarak aşağılanmış bir kimliğin temsilciliğini yapıyordu. Mağdur ve haklıydı. Temsil ettiği toplumsal tabanı avucunun içi gibi biliyor, hassasiyetlerini tümüyle paylaşıyor, gelecek hayallerini ve psikolojik ihtiyaçlarını kuşatıyordu. Sadece kimlik siyaseti yaparak ayakta kalabilir, belki iktidar da olabilirdi. Ama AKP kolay yola tevessül etmedi… Küresel post modern dönemin niteliklerini ve AB sürecini kendisine zemin kılarak bizzat iktidarın niteliğini değiştirmeye soyundu. Askeri vesayetin, ideolojik yargının, merkezileşmiş yozlaşma düzeninin, devletçi vatandaşlık anlayışının, monolitik kimlik algısının üzerine gitti. Geçtiğimiz on üç yıl devrimci bir ‘yıkım’ süreci oldu. Ne var ki bu sürenin kavgalar halinde yaşanması yeniden inşayı geciktirdi ve bu boşluk AKP için de bir meşruiyet zaafı oluşturmaya başladı. İktidar kaçınılmaz olarak giderek şahsileşme ve keyfileşme emareleri göstermekteydi. Çünkü tehditler devam ediyor, AKP yalnızlaşıyor ve kitleyi bir arada tutacak acil ve özgüvenli tedbir adımlarının atılması gerekiyordu. Ancak bu durum AKP’nin niteliksel açıdan kurumsallaşmasını geciktirdi ve hatta engelledi. Böylece karşıtların bir ‘tek adam’ sendromu üretebilmelerini sağlayacak koşullar yaratıldı. Buna AKP’nin yıllar boyu Gülen cemaatine terk etiği ‘Batı ile ilişkiler’ faslını ekleyin… Yüzeyselliğin hakim olduğu bir siyasi atmosferde AKP ‘otoriterleşmiş’, Erdoğan ‘diktatörleşmiş’ oldu.
Farklı olabilir miydi? AKP içinde olduğu kavga ortamına rağmen şahsileşme tuzağının dışında kalabilir miydi? Bunun için uzun vadedeki tehlikenin kısa vadeli hedeflerden daha çok önemsenmesi, temponun düşürülmesi, sağduyunun hakim kılınması gerekiyordu. Önemli olanın AKP tabanının kamusal alanda genişlemesi olduğu idrak edilebilir, partinin merkezin yeniden yapılandırılmasına yönelik dönüştürücü hedeflerinin zamana yayılabileceği değerlendirmesi yapılabilirdi. Dünya konjonktürü hala AKP’nin lehineydi. Orta Doğu’da yaşananlar AKP’siz bir Türkiye’yi Batı için de anlamsız kılmaktaydı…