Başlıktaki önerme bir gerçeği tasvir etmiyor. Tabii ki kendi düşenler de ağlar ve bunda yadırganacak bir şey yok… Söylenmek istenen böyle olmaması gerektiği… Eğer kendi hatanız sonucu düşmüşseniz, ağlamayı, acınmayı beklemeyi bir yana bırakmalısınız. Bu söz laik kesimde kimlikçi davranış sergileyenlerin siyasi serencamına çok uygun düşüyor. Bir an için yakın tarihi, Kemalizmin ‘çağdaşlık’ adına muhafazakar kitleyi nasıl baskı altına aldığını, dışlayıp aşağıladığını bir kenara koyalım. Laik cemaatin devletin eteklerine tutunarak yükselmesini, ulusal katma değerin aslan payını kapmasını da dikkate almayalım. Bütün bunlar bugün muhafazakar cenahın önyargılarını ‘haklı’ kılan tortular üretmiş durumda… *** Bir an için diyelim ki laik rejim geçmişte dindarlara karşı hiçbir haksızlık yapmadı, dindarların da bugün laiklere geçmişten gelen özel bir husumeti yok… Ama hala cemaatçi bir toplumsal yapıya sahibiz, muhafazakarlar laiklerin kabaca iki katı ve iki cemaat arasında kapanması kolay olmayan bir kültürel mesafe bulunuyor. Sorumuz basitçe şu: Laik kesimin kendi kültürel varlığını sürdürmek için en rasyonel politik stratejisi ne olurdu? Bir alternatif tabii ki vesayetçilik… Madem azınlıktasınız ve diğer cemaatle hiçbir yakınlaşma istemiyorsunuz, üstelik onların yönetiminde kültürel varlık alanınızın daralacağını düşünüyorsunuz, sizce en doğrusu siyasete el koymak olabilir. Nitekim on yıllar boyunca böyle oldu, işi askerler yaptı ve laik kesim bu durumdan hiç gocunmadığı gibi, memnun da oldu. Ne var ki vesayetçilik laik kimliğin kendisiyle ilgili tasavvurunu rencide ediyordu. Çünkü onlar sırf modern kültürün gündelik hayatına adapte oldukları için kendilerini ‘liberal’, hatta ‘demokrat’ görüyorlardı.