Suriye’deki PYD varlığını sonlandırmak ya da Gülen cemaatini toplumdan kazımak gibi hedeflere kilitlenince, dünya genelinde beliren bazı tehditlere yeterince ağırlık vermeyebiliyoruz. Oysa post modern küresel dönemin sorun çözme konusundaki sıkıntılarına karşı geliştirilen tedbirler, Türkiye gibi ülkeleri zor durumlara sürüklemeye aday. Sıkıntının temelinde modernliğin, bizzat kendi ürettiği küreselleşmenin siyasi, sosyal ve ekonomik sonuçlarına uyum sağlayamaması yatıyor. Göçmen krizleri bu olgunun görünen yüzü… Ülke içinde eşitsizliği çözmekte kabul edilebilir ya da katlanılabilir çözümler yaratan Batı modernliği, küresel eşitsizlik ve onun siyasi tezahürleri karşısında çaresiz. Terör bu zeminde vücut ve meşruiyet buluyor. Öte yandan ulus devlet çerçevesine şartlanmış devletlerin, küresel sorunlara küresel çözümler üretmeleri de zor gözüküyor. Karar mekanizmaları halen ulus içi güç dengeleri tarafından belirlenmekte ve Birleşmiş Milletler gibi birçok uluslararası kurumun giderek işlevsiz hale gelmesi de bu nedenle kaçınılmaz bir durum… *** Böyle bir ortamda insanlık adına ‘rasyonel’ çözüm, güçlü devletlerin inisiyatif almasıyla sorunları küresel boyutta çözecek ‘yeni bir dünya’ kurulmaya çalışılması olurdu. Ancak kimse insanlık adına yükümlülük duymuyor ve ‘insanlık’ söylemi konjonktürel yarar getirdiği ölçüde benimseniyor. Gerçekçi olmak gerekirse, küresellikten geri dönüşün beşeri maliyetine karşın, hiçbir ülke geçmişin ulus devlet anlayışından kopabilmiş değil. Dolayısıyla küresel sorunları tartışırken ulusal çıkarların peşinden gitmeyi marifet sayıyor, hatta belki de tam da bu nedenle toplumlarından yönetme yetkisi alıyorlar.