Kürt meselesinde fazlasıyla kolaycı bir noktaya gelindi. PKK karşısındaki askeri başarı ve örgütün hendek savaşında Kürt toplumu tarafından desteklenmemesi, sanki meselenin ‘çözülmesi’ gibi ele alınıyor. Hükümet yetkilileri bölgeye gittiğinde de teşkilat ve yerel bürokrasi muhtemelen benzer bir izlenim veriyor. Kimse ‘tatsızlık’ çıkarmak istemiyor belki ama tablo o denli ‘pembe’ değil…
İşin ciddiyetini tersten bir soru ile anlamak daha kolay: Son PKK kalkışmasında eğer bölge halkı örgüte destek verseydi, şu an nasıl bir durumla karşı karşıya olurduk? Bunun ülkenin geneline sıçrayacak bir savaş hali olacağı açık. Böyle bir ortamın Türkiye’nin ekonomisinden dış politikasına ne tür sonuçlar üreteceği de öyle… Unutmayın ki PKK’nın ‘halk savaşı’ çağrısına olumlu yanıt verilmemesinin nedeni bunun ‘mantıksız’ bulunması, olayın bir ‘eziyet’ olarak yaşanacağının idrakidir. Diğer bir deyişle bugün iktidarın lehine olan tabloda iktidarın olumlu katkısı pek de yok… Her iki aktörün de katkısıyla yaşandığı düşünülen Çözüm Süreci döneminin olumlu payı ve örgütün stratejisinin olumsuzluğu var. Ya PKK ilerde insanlara ‘mantıklı ve haklı’ gözüken bir taleple gelirse? Devletin bu ihtimali önlemek üzere ciddi bir hazırlığının olması gerekiyor ve bu tespit bizi Kürt meselesinde kalıcı ve sağlıklı çözümün olmazsa olmaz koşulunu hatırlatıyor: Çözüm bölgedeki Kürt halkının doğru, adil ve yaşanılır bulacağı bir birlikteliği ima etmek zorunda. Bu yeterli bir koşul değil tabi ki… Ama gerekli koşul. Tatmin edilmediği takdirde tüm ülkeyi kaosa sürükleyebilecek bir koşul.