Avrupalıların bize bakışını yıllar boyunca ‘oryantalizm’ olarak tanımladık ve bu tespitte çoğunlukla haklıydık. İnançla dünyevi hayat ve siyaset arasında geniş bir kamusal alan üretmiş olan Batılıların, Müslüman dünya karşısında kendilerini daha ‘ileri’ görmelerinde şaşılacak bir şey yoktu. Nitekim Osmanlı tarihinin son dört yüz yılında Batı uygarlığının becerilerine övgü metinleri yazıldı veya oradaki kurumlar ve uygulamalar doğrudan taklit edilmeye çalışıldı. Ancak aynı Batılıların bizim dünyamızın kendine has bütünselliğini ‘anlama’ konusunda fazlasıyla yüzeysel kalmalarına ve anlamadıkları boyutları ‘gerilik’ olarak görmelerine de haklı tepki duyduk. *** Küreselleşme dönemlerinin bu anlama zorluğunu gidermesi gerekirdi ama İslam’la ilgili ideolojik takıntılar engelledi. Ta ki AK Parti’nin ilk on yılına tekabül eden son döneme kadar. İlk kez Batılılar Türkiye’nin otoriter bir laiklik regülasyonuna mahkum olmadığını, muhafazakârlar eliyle demokrasinin inşa edilebileceğini gördüler. Özellikle Avrupa bu dönemde hararetli bir Türkiye taraftarı oldu. Kendisi ‘yumuşak güce’ sınırlı bir oluşum olduğu için, Türkiye’nin Müslümanlıkla demokrasiyi hiçbir zorlamaya gerek kalmadan bütünleştirmesinden ve diğer İslami toplumlar için bir model oluşturmasından fazlasıyla memnun oldular. Beklenti Türkiye’nin bu yolda ilerleyeceğiydi.