Düşmanları azaltma, dostları artırma siyaseti güttüğümüzü söylüyoruz ama anlaşılan bunun zımni bir önkoşulu var. Muhtemel dostların dostluğu, nasıl davranırsak davranalım bizi ‘makbul’ kabul etmelerini gerektiriyor. Eğer bizi eleştirir ya da önkoşul dayatmaya kalkarlarsa ‘dost’ olmadıklarına hükmediyor ve tüm köprüleri atmaya hazır olduğumuzu haykırıyoruz. Oysa biz kimseyi ‘olduğu gibi’ kabul etmeye hevesli değiliz. Bizim de önkoşullarımız var ve bu gayet normal… Eğer “biz önkoşullarımızı öne süreriz ama siz süremezsiniz”, veya “biz sizi olduğunuz gibi kabul etmiyoruz ama siz bizi kabullenmek durumundasınız “ diyeceksek buradan sadece yalnızlık çıkar. *** Bugünlerde Almanya ile gelinen nokta sadece o ülkeyi kapsamıyor. Tüm Avrupa’da Türkiye, AK Parti ve Erdoğan’a ilişkin olumsuz bir algı ve analiz var. Türkiye’nin demokratik reformları yapabilecek insan, kurum ve kültür seviyesine hızla erişmesine rağmen, siyasi iradenin sürüklemesiyle bu noktadan uzaklaştığı düşünülüyor. Türkiye’de demokratik normların zayıfladığını, adil yargılanma olmadığını, medya üzerinde baskı oluştuğunu, liyakat yerine sadakatın öne çıktığını, tüm kamu kurumlarında personel ve uygulama açısından seviye kaybı yaşandığını, keyfiliğin yayılma istidadı gösterdiğini, bu gerçekleri görmekten kaçarak hamaset, suçlama, kışkırtma söylem ve taktiğine başvurduğumuzu görmek için ‘yabancı’ olmaya gerek yok. Bunları biz kendimiz de görüyoruz.