Küreselleşme bu kez çok yönlü bir kriz olarak dünya sahnesine çıktı. Oysa modernliğin başlangıcı olan ‘geniş’ 16. Yüzyılın, ya da olgunlaşma ve sıçrama dönemi olan 19. Yüzyılın küreselleşmeleri böyle değildi. Açılım dinamiği güçlü olanın elindeydi ve onlar söz konusu dinamiği kendi nüfuz alanlarının genişlemesi, hegemonyalarının derinleşmesi için kullandılar. O zamanlar da ilişki ve etkileşimin iki yönlü olduğunu söyleyebiliriz, ama çevrenin merkeze etkisi ancak egzotik bir dokunuş ve çeşitlenme biçiminde kaldı. Oysa bugünün küreselleşmesi modernliğin zaten krizde olduğu bir zamana denk geldi. Yani modernliğin sorun çözemediği, aksine sorun yarattığı bir dönem… Dolayısıyla ideolojik tahakkümünün yıprandığı, ilerleyen teknolojinin karşılıklı etkileme açısından güçlü ile güçsüz arasındaki farkı iyice azalttığı bir ‘geçiş’ aralığı… *** Küreselleşme bizzat modernliğin ilkesel kıldığı eşitlik, adalet ve özgürlüğün herkes için olması gerektiği fikrini hızla yaygınlaştırdı. Geri tepmenin engellenmesi belki demokrat bir modernlikle, yani birlikte yaşamayı ve sorumluluk almayı ilkesel hale getiren bir yaklaşımla mümkün olabilirdi ama Batı kendi liberalizminden gayet memnun olduğu için nerede aksadığını anlayamadı. Bugün bile anlamış olduğu söylenemez… Çevredeki mağduriyet ise entelektüel geleneğinin zayıflığı ve cemaatçi yapının belirleyiciliği nedeniyle en kolay tepkiyi verdi.