Geleceğin tarihçilerinin en ilginç tespitlerden biri herhalde şu olacak: Küreselleşme dalgaları sayesinde çevre üzerinde ekonomik, kültürel ve siyasi hegemonya kurmuş olan ‘merkez’ Batı, 21. Yüzyıla girildiğinde bir başka küreselleşme dalgasına ancak içe kapanarak uyum sağlayabiliyor. Oysa her küreselleşmenin söz konusu hegemonyayı derinleştirmesi beklenirdi… Bu kez öyle olmuyor, çünkü hem teknolojinin gelişmesi merkez ile çevre arasındaki tehdit üretme imkanı açısından farkı azaltmış durumda, hem de artık merkez ile çevreyi birbirinden ayıran net sosyokültürel sınırlar yok… Batıda yoğunlaşmış ve ‘katılaşmış’ olan modernlik henüz bu gelişmeye nasıl bir yanıt üreteceğini bilmiyor. Öte yandan çevrenin çok daha kaygan, esnek, tabiri caizse ‘sıvı’ modernliği parçalı yapılar üretmeye ve Batı üzerinde tehdit oluşturmaya çok müsait. Eğer bir değişim dinamiğini bütünlüğü içinde algılayamaz, onunla ilişki kuramaz ve onu erişilemez bir olgu olarak tanımlarsanız, sizi etkileme ihtimali olan yönlerini öne çıkarır, abartır ve bütün stratejinizi bu değerlendirme üzerine kurarsınız. Batılı toplum ve devletler de böyle yaptı… Oryantalizmden beslenen tortulaşmış Doğu ve İslam algısı, bir anda yükselen terör tehdidi altında onları içgüdüsel olarak miyoplaştırdı. Kendini, kültür ve medeniyetini koruma kaygısı, anlama gereğinin önüne geçti. Belki de birçok Batılı söz konusu anlama çabası sonucunda memnun kalacağı bir resimle karşılaşmayacağını biliyor ve bu yolu psikolojik olarak kapalı tutmayı tercih ediyordu… *** Her halükarda bu seferki küreselleşme ‘post modern’ tanımını fazlasıyla hak etmiş oldu. Nedensellik ilişkisi kurmaya gerek olmasa da, küreselleşme ile modernliğin tıkanması süreçlerinin birbirini beslediğini söylemek mümkün. Diğer deyişle bugünün küreselleşmesi Batı modernliğini çevre üzerinde daha etkili kılmak bir yana, çevre tarafından daha fazla etkilenmeye açık hale getirdi.