Her seçimde rakiplerini yenen, tek başına iktidar olmasına rağmen yıpranmayan ve zaman içinde oyunu otuzlardan elliye çıkaran bir partinin siyasetten anlamadığını iddia edecek halimiz yok. Muhakkak ki toplumsal değişimi iyi takip eden, yeni taleplerin ve psikolojik ihtiyaçların dilinden anlayıp onlara yanıt getirebilen bir iktidarla karşı karşıyayız. Ne var ki AKP’nin siyasi tecrübesi ‘olağandışı’ bir dönemin çalkantılarıyla cebelleşerek ayakta kalma ve kendisine asgari bir meşruiyet zemini yaratma sürecinde oluştu. AKP bunda başarılı olurken, kurumsal kültürünü de söz konusu çatışma ortamının gereklerine uygun olarak şekillendirdi. Dolayısıyla kavgaya alışık, rakipten çekinmeyerek üstüne giden bir siyaset tarzı partiye hakim oldu. Ancak bu eğilim ‘yönetilemediği’ ölçüde bir süre sonra kavga arayan, birilerini düşman bellemeden enerji üretemeyen bir yapıyı da ima etmeye başladı. Bu yaklaşımın artık miadını doldurmakta olduğunu görmekte yarar var…
Haziran ve Kasım seçimleri gerçek bir tehlike veya tehdit olduğunda toplumsal desteğin üst noktalara çıktığını ortaya koydu. Ama aynı zamanda inandırıcı olmayan veya zorlama tehlike ve tehditlerin tabanda ters tepebileceğini de gösterdi. Buna ilaveten AKP siyasetinin dile, söyleme ve tarza yansıyan ruh halinin seçmen davranışını etkilediğini de gördük. İnandırıcı bir tehdit yokken agresif bir yaklaşımın kullanılması halinde tabanda eli oy vermeye gitmeyenlerin sayısı hızla arttı. Buna karşılık gerçek bir tehdidin varlığında, AKP’nin yumuşayan yaklaşımı toplumsal desteği beklenmedik bir düzeye çıkardı.
Bu gözlemlerin tek bir anlamı var: Toplum ve özelde AKP seçmeni, siyasi gerçekçiliğini korumakla birlikte artık normalleşmek istiyor. Olağandışı dönemin başarılı siyasi aktörünün olağan dönemi de taşıyabileceğini görmeyi arzuluyor. Bu kolay bir geçiş olmayabilir. İnsan doğal olarak zoru başaran bir siyasi hareketin kolay olanı daha rahatlıkla başaracağını düşünebilir… Ama öyle olmayabiliyor. Çünkü yukarda belirtildiği üzere her uyum dinamiği ona uygun bir kurumsallaşma, karar mekanizması, hiyerarşi, delegasyon, yani sonuçta bir kurum kültürü üretir. Olağandışı bir döneme adapte olmak zorunda kalan ve bu yönde on üç yıl geçiren bir siyasi parti için, olağandışı artık olağan olmuş demektir. Bu nedenle gerçekten de önüne olağan bir dönem üretme, ülkeyi sakin sulara çıkarma fırsatı geçtiğinde bocalayabilir. Eski alışkanlıklardan kurtulmakta zorlanabilir. Kuralsızlığı ve denetimsizliği bir miktar anlaşılır ve hatta zorunlu kılan bir dönemin ortaya çıkardığı ‘kadrolar’ ve zihniyet yeni dönemde birer ayak bağı haline gelebilirler.