Karmaşık bir ruh hali içindeyiz… Parçalanmış ve küçülmüş bir imparatorluğun mirasçıları olarak kendimizi yeterince kanıtlayamamış olduğumuz duygusu çok baskın. Batı’ya kendimizi gösterme, onlara bir biçimde diz çöktürme ihtiyacımız çok derin… İslam karşıtlığının arttığı bir dönemde, İslami duyarlılığı olan ve devleti yeniden inşa etme hayaline sahip bir iktidarın çekim cazibesi çok yüksek. Ve Ortadoğu gözümüzün önünde yeniden şekillenmek üzere… İç dünyamız çalkantılı, kontrolsüz ve sağduyudan uzaklaşabilecek bir hezeyana çok açık.
Öte yandan önümüzde tarihi açıdan çok kritik bir süreç var ve yürütülecek strateji tek atımlık bir kurşun. Bir biçimde büyükler aralarında anlaşıp kabul edilebilir bir ‘çözüm’ ürettiklerinde, uzun bir süre için bir daha ‘masa’ kurulmayabilir. Dolayısıyla Türkiye’nin ayağını sağlam basması, hem avantajlarını kazanca dönüştürmesi hem de dezavantajlarının yaratacağı kayıpları engelleyebilmesi gerek.
***
Yapılması gereken ‘iş’ ile bunu yapacak olanların ‘ruh hali’ arasında bir uyumun oluşmasına ihtiyaç var ve görünen o ki en sıkıntılı olduğumuz nokta da bu. Yapılacak iş rasyonel olmayı gerektiriyor. Ruh halimiz ise ayaklarımızın yerden ne kadar kolay kesilebildiğini ortaya koyuyor. Sorun şu ki rasyonel bir strateji uygularken ruh halimizi tatmin edecek bir söylem üretmek hiç kolay değil. Öte yandan eğer tabanın psikolojisini belirleyici kılarsanız, buradan rasyonel bir strateji çıkaramazsınız. Bu iki unsur birbirini etkiliyor ve tetikliyor… Karşımızda önemsenmesinde yarar olan bir tehlike var. Eğer iktidar rasyonelliği tercih etmez ve toplumu da bu yönde bilgilendirmez ise, sonuçta ortada somut kazanç olmaması bir yana, geleceğe uzanan bir ilave yenilgi hissi ile yaşamak zorunda kalabiliriz ve bu da geçmişten devralınan kavrukluğumuzu kemikleştirebilir.