Kürt siyasetinin kaybettiği meşruiyeti Demirtaş yeniden sıfır noktasına dönerek yakalayabileceğini sanarak Dolmabahçe mutabakatını hatırlattı. Gerçekten de AKP’nin seçim kaygısıyla olsun olmasın, bu ‘fotoğrafı’ reddetmesi Çözüm Süreci’nin rafa kalkmasını ifade ediyordu. Ancak her siyasi karar gibi bedeli de ödendi ve AKP’nin yüzde 4-5 oyu HDP’ye gitti. Öte yandan temel ilkesel karar olan ateşkes durumu etkilenmedi. Hükümet Çözüm Süreci’ni duraklatma tercihinin parçası olarak Kandil’i bombalamaya kalkmadı. Oysa Kandil Çözüm Süreci’nin gereklerini yapmadığı gibi, karşı tarafın duraksaması karşısında ilkesel zemini sabote etmeyi tercih etti. Devrimci halk savaşı ilan ettiler ve somut eylemlere giriştiler. İki polisi uykuda öldürmenin sembolik anlamını herhalde bilmiyor değillerdi… Aksine bu cinayetlerin anında sahiplenilmesi ve hele Cizre katliamının intikamı olarak sunulması açık bir savaş ilanıydı. Hükümetin bu davete icabet etmemesi devlet olma vasfından feragat etmeyi gerektirirdi ve nitekim Kandil bombalandı…
Peki, acaba Kandil hangi cesaretle bu adımı atmıştı? Muhtemelen ABD’ye ve İran’la olan anlaşmasına güvenerek… Ancak hayaldeki ABD gerçekçi bir ‘fotoğraf’ değildi. Tercih noktasına zorlandığı takdirde ABD’nin Türkiye’den yana tavır koyacağını öngörmemek basiretin ne denli psikolojik olduğunu hatırlatıyor. Bunu idrak etmeyerek o iki polisi katletmek herhalde PKK’nın bugüne dek yaptığı en akılsızca iş olmalı. Belki 6-8 Ekim olayındaki akılsızlığın kendi hanelerine artı yazmasından heveslenmişlerdir.