Suriye ve Türkiye’de kaderini birleştirme tercihi, bugün PKK’yı her iki coğrafyada da ‘savaş sonrası çok uluslu barış’ hedefine kilitlemiş gözüküyor. Suriye örgüte bunun gerçekçi bir proje olduğu fikrini vermiş olabilir. Belirli bir bölgede ‘bitirilemeyen’ bir savaş üretirseniz, bir süre sonra mesele çok uluslu hale gelir ve o zaman savaşın küçük aktörü boyundan büyük bir kazanç sağlayabilir… Şimdi bu proje Türkiye’de sahneye konmak isteniyor. Dolayısıyla PKK’nın amacı bir iç savaş çıkarmak. Bunun için bölgedeki Kürt halkını arkasına alması lazım. Ne var ki örgütün destekçisi olan Kürtler bile örgütten daha sağduyulu çıktılar. O nedenle PKK devletin ‘insanlık dışı’ olarak tanımlanacak müdahalelerine muhtaç. Hükümet bu konuda olabildiğince titiz davranma kararı verdiğine göre örgütün önünde tek bir yol kalıyor: Tahrik etmek…
YDG-H adını taşıyan çeteleşmenin esas işlevi bu. Barikatlar ve içine silah doldurulmuş hendekler bu işe yarıyor. Yoksa zaten HDP’li belediyelerin yönettiği, halkın neredeyse tümünün bu partiye oy verdiği mahallelerde böyle bir eyleme kalkışmanın anlamı olmazdı. PKK bunun bir ‘halk direnişi’ olduğu, ‘yurtsever’ ailelerin özyönetime sahip çıktığı propagandasıyla Batıyı da Türkiye aleyhine kışkırtmaya çalışıyor. Ama gerçek öyle değil… Yurtsever tanımı PKK için bedel ödemiş veya ödemeye hazır aileler için kullanılan bir terim. Sol idealizmle yoğrulmuş, mağduriyeti ahlaki bir değere, Kürtlüğü ise bir direnç siyasetine dönüştürmüş bir tutum. YDG-H ilk başlarda PKK’nın her aileden en az bir kişi istemesiyle oluşmuştu. Ancak onlar daha sonra Suriye’ye gönderildiler ve yerine çok daha küçük yaşlardan ve suça bulaşmış çocuklardan çeteler kuruldu. Bunların yurtseverlikle hiçbir ilgisi bulunmuyor… Bu çeteler bizzat PKK’lı aileler üzerinde baskı kurmuş, evlere ve paralara el koymuş durumdalar. Sıradan Kürtlerin devletten kaçtığı dönemin yerine, PKK’lı Kürtlerin PKK’dan kaçtığı bir döneme gelindi.