Cumhuriyet dönemi hükümetlerinin performans açısından ortak özelliği nedir dense, muhtemelen en yaygın cevap eğitimdeki başarısızlık olurdu. Diğer birçok konuda olumlu uygulamalar gördük ama eğitimde aşılamayan bir eşikle karşı karşıyaymışız gibi tıkandık. Değişim hamleleri kısa soluklu oldu, sistemleşmedi, dar alana sıkıştı ve nihayette yozlaştı. Eğitim bürokrasisi ve sistemi bir türlü rasyonel hale getirilemezken, reform çabaları da kağıt üzerindeki temenniler olarak kaldı. Bu durumun görünen nedenlerinden biri bürokratik direnç… Nitekim dünyanın hiçbir yerinde eğitim yönetimleri reforma yatkın değildir. Parçalı yapının ‘reform’ uğruna dağılacağından, iç uyumun yeniden sağlanmasının mümkün olmayacağından korkarlar. Sisteme emek vermiş ve sahiplenmiş olanlar, hükümetin ‘kaprisleri’ nedeniyle koca bir yapının çökmesine karşı çıkarken, kariyerlerini kaybedebilecekleri düşüncesini de akılda tutarlar… Ama eğitimdeki başarısızlığın asıl nedeni bunun bir ‘milli’ konu olması. Diğer deyişle her ülke vatandaşını kendi istediği kalıba dökme arzusunda olduğu ölçüde, onu ‘millileştirecek’ bir eğitim tasarlamaya çalışır. Bu ise özellikle sosyal bilimlerde özgün düşünceyi, tartışmayı ve araştırmayı engeller. Tarih yeniden yazılırken vatandaşlık milli kimliğe bağlanır ve o kimliğin hasletleri eğitimin ana ekseni haline getirilir.