Türkiye’de siyasetin liderler etrafında örülmesi, genelde liderlerin olağandışı yeteneklerinden ziyade, siyasi alanın tekdüze bir daraltılmışlıktan mustarip olmasından kaynaklanıyor. Demokrat Parti yolun başında bunu aşmıştı… AK Parti de kendi yolunun başında aştı. Bunlar kadro partileri olarak doğdular ve siyasetin daha çoğulcu, şeffaf ve derinlikli olmasına hizmet ettiler. Ne var ki DP altıncı yılına girdiğinde yoldan çıkmaya başladı. AK Parti de onuncu yılında aynı işaretleri verdi. Bu kayma her iki partide de benzer sonuçlar üretti: Ürkeklik, içe kapanma, sertleşme, eleştiriden gocunma, baskı ve çeperinde militanlaşma…
***
Her iki parti için de ilk başarı çok kolay geldi. Mücadele eski sistemin aktörleriyle bazen sertleşerek de devam ediyordu, ama asıl önemlisi DP de AK Parti de kamu vicdanında ‘doğru’ taraftaydılar. Bu durum onlara meşruiyetten kaynaklanan bir özgüven verdi. Her iki parti de eski sistemin yanlışlarını düzelttiler ancak bunu becerdikleri ölçüde her şeyi kendiliğinden doğru yaptıklarını, giderek yaptıkları her şeyin doğru olduğunu sandılar. Oysa bu algı yanlışları tetikledi… Hataları duymak istemeyen, onları kolayca telafi etmekte zorlanan bir ruh hali, altı boş bir gurur ve haklılık duygusu üretti. DP kendisini ‘doğru ve haklının’ sesi olarak yüceltirken, gerçekte adım adım gerçeklikten koptu ve giderek kırılganlaştı. Bugün AK Parti de aynı sürecin eşiğinde duruyor ve rasyonalitenin hakim olduğu anlarda da kendisini taviz verme zorunluluğu karşısında buluyor.