Mısır ile birlikte üç Körfez ülkesinin Katar’a verdiği 13 maddelik ültimatomun üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçti. Olayın hemen ardından şöyle yazmıştım: “Kabul edilmesi mümkün olmayan, kabul edilmeyeceği zaten belli olan ve dünyada hiçbir ülkenin bu isteklerin kabul edileceğini beklemeyeceği bir liste ile karşı karşıyayız. ” Makale söz konusu dört ülkenin “hem kendi antidemokratik düzenlerini daha da pekiştirmenin, hem de bölgede gerçek bir özgürleşmeye az çok hizmet edebilecek her girişimin altını oymanın peşinde” oldukları tespitini yapıyor ve şu cümleyle sonlanıyordu: “On gün sonra ‘tükürük yalama’ noktasına gelirlerse ABD dahil kimsenin pek acıyacağını sanmam doğrusu… “ *** O günden bu yana işler tahmin edileceği üzere gelişti. Avrupa’nın belli başlı bütün ülkeleri Katar’ın yanında dururken, Türkiye aynı doğrultuda net bir tavır gösterdi. ABD ise gerilimden yana olmadığını, taraflar arasında uzlaşma beklediğini belirtti. Trump’ın fazlasıyla rahat ve havai tavrına bel bağlamış olan ültimatomcular herhalde büyük hayal kırıklığına uğradılar. Belki de ABD’nin de aynen kendi ülkeleri gibi bir tür ‘şeyh’ tarafından yönetildiğini sanıyorlardı. Trump’ın bu izlenimi vermiş olabileceğini tahmin edebiliyoruz ama maalesef ABD bir kurumlar demokrasisi. Tek bir kişinin anlık ve irrasyonel boşboğazlığı ile siyaset yürümüyor… ABD’nin çıkışı sonrası Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Katar’ın talepleri kabul etmemesi durumunda sonucun ‘tansiyonun artması değil yolların ayrılması’ olacağı şeklinde geri adım atarken, 13 maddelik yaptırım listesi de çok daha muğlak ifadeler içeren 6 maddeye indi. Kritik konu Katar’ın ‘teröre destek vermesi ve diğer Arap ülkelerinin iç işlerine karışması’ olarak formüle edilmişti ve aslında somut bir talebin ifade edilmesiydi… Katar’ın bu ülkelerdeki muhalefetin enformel ‘sesi’ olmaktan vazgeçmesi, yani El Cezire ve diğer medya kanallarının kapatılması ya da en azından dizginlenmesi isteniyordu.