Sorunlarını çözememek ‘olgun’ toplumlar için bir züldür. Nitekim eğer kendinizi ‘olgun’ olduğunuza inandırmışsanız ve fakat sorunlarınızı çözemiyorsanız, kabahati dışınızda aramanın türlü çeşitli yollarını denemeye kalkarsınız. Hele söz konusu sorun tarihten, ‘sizi siz yapan’ geçmişten kaynaklanıyorsa sorunu çözme konusunda daha da tedirgin, alıngan ve tutucu olmaya doğru gider, yaşananların sorumluluğunu bütünüyle üzerinizden atıp rahatlamak istersiniz…
***
1915 konusunda da Türkiye çok uzun zaman direndi. Önce konunun tarihe gömülüp gitmesini umdu, böyle olmayacağı anlaşılınca tarihsel olguları yok sayan anlatılar peşinde koştu, bu da yürümeyince karşı tarafı ve dönemin güçlü aktörlerini suçlayarak yaşanmış olanı ‘kabul edilebilir’ kılmaya çalıştı.
Ne var ki bu türden her adım ‘Türk’ kimliğini biraz daha tarihsel balçığın içine çekmekle kalmadı, Türkiye’nin henüz yeterli olgunlukta olmadığını da ima etti. Bu ise kimliksel inşa dönemini tamamlamamış, ‘millet’ olmayı çok istemekle birlikte bunun gerektirdiği ontolojik yüzleşmeyi bitirmemiş olan toplumu rencide etti. Öyle bir noktaya gelindi ki sanki Ermeni meselesini konuşmak ve objektif bir biçimde anlamaya çalışmak, bazı Türklerin kimliğini onların ellerinden alacak, bazı Müslümanlarınkini ise kirletecek bir tehdit oldu.