Bir ekonomik aktör olarak Türkiye’yi ele alan saygın çalışmalar bir yandan risk ve belirsizliklerden söz etse de, bu ülkenin potansiyellerine vurgu yapıyor ve önümüzdeki on yılın ne denli kritik olduğunun altını çiziyor. Bunun anlamı, eğer elimizdeki imkanı doğru kullanırsak bugünle mukayese edilemeyecek bir iktisadi güç olacağımızdır. Söz konusu sonuca ancak demokratik bir sıçrama ile birlikte gidilebileceğini hesaba katarsak, bu başarının aynı zamanda bir siyasi güç, bir ‘büyük oyuncu’ olmak anlamına geleceğini takdir edebiliriz.
Bu hedefe ulaşmanın yolu rasyonel davranmaktan ve bunun bedelini ödemeye hazır olmaktan geçiyor. Rasyonellik istenilen sonuca ulaşmak üzere eldeki kaynakları etkin kullanmayı ima ediyor. ‘Bedel ödeme’ ise yaşanacak yapısal dönüşümün gerektirdiği insan, organizasyon ve çıkar ilişkileri değişimini yapmayı gerektiriyor. Bundan sonrası ekonomik aklın kullanılmasından ibaret...
Ne var ki Türkiye bu hususta bir türlü rayına oturmuş görüntüsü vermiyor. Ekonomi bir bütün olarak ideolojik yorumlanmaya açık bir alan. Ancak içinde yaşamakta olduğunuz küresel ekonominin dışına çıkmayacaksanız, bazı ideolojilerin size doğru kararlar aldırmayacağını bilmekte yarar var. Küresellik karşıtı bir ideoloji kazancınızı nasıl harcayacağınız konusunda işlevsel olabilir. Ama size para kazandırmada hiçbir işe yaramaz…
***