Cemaatçilik, toplumsal tarihimizin ana olgularından biri. Osmanlı düzeni, her biri kendi inancı, hukuku ve yaşama biçimi farklı cemaatlerin yan yana ve neredeyse birbirine değmeden yaşayabilmeleri idealine dayanmaktaydı. Kritik nokta bu cemaatlerin devlet nezdinde eşdüzeyli değil hiyerarşik bir eksen üzerinde yer almasıydı. Diğer deyişle cemaatlerden biri devlete ‘en yakın’, dolayısıyla devlet nezdinde en makbul olandı… *** Cumhuriyet’e geçiş, heterojen cemaatler dünyasını pratikte ortadan kaldırdı. 19. Yüzyıl sonlarında hala toplam Anadolu nüfusunun yarısını oluşturan Rumlar, Ermeniler ve Süryaniler tehcir edildiler, öldürüldüler, mallarına el kondu ve hayatta olanların da geri gelmeleri engellendi. Geçici bir süre için toplum Sünni cemaatle kendini gizleyen Alevilerden ibaretmiş gibi gözüktü. Ancak Tanzimat sonrası hukuki zemin bulan modernleşme cereyanı, yeni bir ‘birey’ kategorisi ve hayat anlayışı da geliştirmekteydi. Bu doğal bir kültürel açılımdı ve uç konumları dışarıda bırakırsak, kendine özgü olası bir sentezin habercisi olarak yorumlanabilecek özellikler sergilemekteydi. Diğer deyişle hem Müslüman hem modern olmanın imkanları yeşermeye başlamıştı.