İran’da bir televizyon programında tartışmacıların Türkiye’nin Fırat Kalkanı operasyonunu masaya yatırdıklarını düşünün. Katılımcıların bu girişimin Türkiye’nin kendi iradesiyle olamayacağından hareketle arka plan analizleri yaptığını ve olayı bir ‘üst akıla’ bağladığını hayal edin. Bazısı Rusya’nın himayesinden, başkaları bir üst aklın gizli teşvik veya garantörlüğünden söz edebilir ama sonuç değişmez. Aslında zayıf olduğu düşünülen bir aktörün inisiyatif alması ve cesur hamlelerde bulunması ‘komplo’ ile açıklama eğilimini teşvik etmektedir. Ne var ki bu muhayyel tartışmadan hiçbir gerçeklik üremeyecektir, çünkü gerçekliği çıplak haliyle görmek istemeyen, gördüğüne inanamayan ve gerçeği psikolojik olarak reddetmeyi daha rahatlatıcı bulan bir yaklaşım söz konusudur…
***
Mesele başkalarının Türkiye tartışması olduğunda gerçeklikten kaçma halini son derece net bir biçimde algılayabiliyoruz. Ama biz de aynı tutumu IŞİD, PKK ve FETÖ için kullanıyoruz. Başkaları bizi ‘aslında’ zayıf gördüğü ölçüde, biz de başkalarını ‘aslında’ zayıf görme eğilimindeyiz. Psikolojik açıdan rahatlatıcı olabilen bu bakış, çıplak gerçekliğin ötesinde bir ‘hakiki’ gerçeklik sevdasına kapıldığı ölçüde durumu anlamakta ve çözmekte de aciz kalacaktır. Üst akıl söylemi bu açıdan paralize edici bir unsur… Çünkü bütün bu terör örgütlerinin hepsi birden tek bir üst aklın himayesinde ve yönlendirmesinde ise yapılacak pek bir şey yoktur. Bu varsayım topluma karamsarlık ve atalet aşılamaktan başka işe yaramaz ve terörle mücadelenin kazanılamamasının da zeminini oluşturur.