Kendisini çok da iyi tanımazdım. Belki tanıma kelimesini kullanmam bile doğru değil… Hasbelkader Başbakan Başdanışmanı olduğum dört ay zarfında üç beş kez birlikte olmuşuzdur. O da kısa sürelerle, genellikle bir uçakta, ya da bir yabancı kentin sokaklarında. Ailesini ise hiç tanımadım. Ölüm haberini alana kadar bir oğlu olduğunu bile bilmiyordum. Kısa beraberlikler zaten her zaman etrafta arkadaşların da olduğu ortamlarda gerçekleşti ve aile detaylarına hiç girilmedi.
Erol’u ve Abdullah’ı 15 Temmuz gecesi kaybettik. Daha birçokları gibi darbeyi sokakta karşıladılar ve üniforma kisveli vicdansızlar tarafından katledildiler. Ardından yazı yazacak kadar yakın değildim ama ölüm haberini ilk aldığım anda onun için bir şeyler yazma arzusu duydum. Bekledim… İlk yazıların onun yakınları, sevenleri, tanıyanları tarafından yazılması daha doğruydu.
Bense onun ne yakınıydım, ne de tanıyanı… Aslında bir süre önce biri çıkıp ‘sevdiğin insanları say’ dese Erol’un adının aklıma geleceğini sanmıyorum. Çünkü sonuçta sadece birkaç kez gördüğüm ve bir daha ne zaman göreceğim, hatta görüp görmeyeceğim bile belli olmayan biriydi. Kısa ve kesikli, ne de olsa bir miktar formel ilişkimizin karşılıklı olarak derinlikli bir duygu üretmesi pek beklenilmezdi.