Adli yılın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılması hararetli bir tartışma yarattı. AK Parti’liler bu açılışın ‘milletin’ en üst sembolik makamı olan Cumhurbaşkanlığı’nda yapılmasını demokratik buldular. Hakimiyet ‘millete’ ait iken yargı erkinin de aynı milletin en üst noktasındaki makamın mekanında açılış yapmasından doğal ne olabilirdi? CHP’liler ise adli yıl açılışının tarafsız olmadığı apaçık bir Cumhurbaşkanı’nın ‘sarayında’ yapılmasını ‘vesayet’ olarak nitelediler. Kuvvetler ayrımı ilkesinin geçerli olması gereken bir rejimde yargının yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı’nın hamiliğine girmesi kabul edilemezdi…
***
Mesele şu ki, her iki yaklaşımın da haklı olduğu yönler var… AK Parti’liler açısından bakıldığında yargının niteliğini ve geçmiş performansını dikkate almadan böyle bir tartışmanın anlamı yok. Yargı on yıllar boyunca jakoben bir resmi ideolojinin, darbeci bürokratik müdahale geleneğinin parçası oldu. Kendi varlık ve işlevini askere endeksli olarak tanımladı. Şimdi artık bürokratik ‘oligarşinin’ uzantısı olmaktan çıkıp siyasete ve ‘millete’ endeksli olması gerekiyor. Kısacası meseleyi rejimle siyaset arasında tanımladığımız takdirde AK Parti’liler haklı…
Öte yandan konu CHP’liler açısından ele alındığında, ‘yargının işlevi ne olmalı ve gelecekte nasıl olacak’ sorusu sorulmadan yapılacak argümanların hiçbir anlamı yok. Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı işin esasıysa, yargının hiçbir siyasetin uzantısı haline gelmemesi veya gölgesi altında kalmaması lazım… Diğer bir deyişle meseleyi siyasetin ‘içinde’ tanımladığımız anda da CHP’liler haklı…
Yapılan tartışmalar büyük ölçüde bu noktada tıkanıyor. Eğer taraftarlık duygusu içinde yaklaşıyorsanız meseleyi tarihsel ve ideolojik bir ayrışmanın merkezine oturtup öylece bırakabilirsiniz. Ne var ki söz konusu iki cenah birlikte yaşamaya devam edecek ve geleceği oluştururken geçmişi de beraberinde taşıyacak. O nedenle her iki tarafın da bu iki konuma mesafe alıp tartışmayı derinleştirme şansını kullanmasında yarar var.