Batı girdiği siyasi çatışmalardan galip çıkmak için sahip olduğu iki güçlü silahını bugüne kadar çok etkin bir şekilde kullanmıştır. Bu silahlardan ilki, güçlü ekonomik yapılarının doğal sonucu olan ‘sermaye birikimi’, ikincisi, oluşturdukları son teknolojiden faydalanan ‘askeri kapasiteleridir.’
Bu silahların kullanım sıralaması ise yıllardır hiç değişmemiştir. Yola getirmek istedikleri ülkeye karşı önce ekonomik silah çekilir. Bu doğrultuda ülkeye sermaye girişi engellenir. İlgili ülkeye sermaye akışını kesmek için de önce kredi notu düşürülür, hala giriş varsa düzmece bir iddia ile giriş resmen yasaklanır.
Bu tedbirlere rağmen ülke direniyorsa, bu sefer işe bankalar ve aracı kurumlar girer. Ülkede borsa varsa düşmesi için yoğun satışlar yapılır, bu satışlar da sermaye girişlerinin engellenmesi sonucu ortaya çıkmış olan enflasyon ve cari açığa dayandırılır. Borsanın düşüşüne ve kurların yükselmesine gerçekçi bir neden de böylece bulunmuş olur.
Türkiye gibi bir ülke iseniz, yaptığınız üretimde dış hammadde bağımlılığınız varsa, bu hammaddeyi de dolarla alıyorsanız, işiniz bitti demektir. Zira kurları iki katına çıkarttığınız anda ülke tuş olur. Sanayi durur. İşsizlik patlar. Esnaf isyan eder. Sonuç: İktidar değişir.
TANIDIK GELİYOR MU?
Bu anlattıklarım bazılarımıza bir yerlerden tanıdık gelebilir. Ben hemen söyleyeyim, 18 Nisan 1999'da yapılan genel seçimlerde birinci parti olan DSP'nin Genel Başkanı Bülent Ecevit, Irak konusunda Amerika’ya seçilmeden önce ve sonra çok net mesajlar göndermişti.