Günümüzde faydalı ile güzel arasında ayırım daha kolay elde edilmekte daha açık olarak aranmaktadır. Israrla yapılan bu ayrımın en güzel örneği belki de geçen asırda orataya çıkan şu sorudan çıkmıştır. “Sanat ne için yapılır?”
Burada sanat, sanat için yapılır hareketi belki de azınlıkta kaldığı için hep geride kalmıştır. Tabi ki sanatı ilk etapta eğer fevkinde ise sanatçı Allah için yapıldığını bilmelidir. Sonra içinde çıktığı toplum için ve en sonunda sanatını daha da ilerletmek adına egzersiz adına yeni ürünlerin ortaya çıkarılması esastır.
Tarih boyunca toplumlara baktığımızda üzülerek ifade edelim ki sanat, çoğu zaman toplum için üretilmediği de bir aşikar. Sanatçılar, toplumda kendisine ilginin olmadığını, hatta sanatına ve kendisine zarar gelebileceği korkusuyla mağaralara sığınmıştır. Evvela Sanatçı, sanatıyla insanlara birşeyler anlatmaya,onların Allah ile kopan bağlarını yeniden kurulabileceğine inanır. Sanatın mucizevi gücü ile ruhlarının karanlık mağarasından kurtulabileceğine inanır. Ama toplum çoğu zaman buna izin vermez. Eski geleneğinde kalma, atalarının birikimine ihanet etmek istemez. Bu sefer sanatçıya yüksek perdeden itirazlar yükselir. Bu itirazları sanatçı algılar ve daha kötü sonuçlar çıkmadan mağaraya sığınır. İlk mağara resmini yapan sanatçı neyi amaçlamıştır, bilmiyoruz ama açık alandan kapalı alana kaçışın bir işareti olarak da algılanabilir.
Sanatçılar, kendi isteği dışında toplumların yöneticileri tarafından bazen iltifatla da karşılanabilir. Bu sefer de sanatçı toplumun içerisine karışmadan saraya uğurlanır. Sarayda sanatçı sonu olmayan gelip geçici bir haz yaşayabilir ve yaşatabilir. Bazen sorumluluktan yoksun bir güzelliğin ya da güzellikten yoksun bir sorumluluğun peşine düşebilir. Bilenler bilir. Şair Nâbî, yedi yaşındaki oğlu Ebulhayr Mehmet Çelebi için Hayriyye (Hayriname) adlı meşhur mesnevisini saray iltifatı olmadan yazmıştır. Ve bu eser, günümüzde çocuklarına güzel nasihatler vermek isteyen nasihat sahibi herkesçe bilinir. Bilinmekle yetinmezAma onun padişahı dördüncü Mehmed'in şehzadeleri için Edirne'de düzenlenen sünnet düğünü şenliklerini anlatan Surnamesi ancak biblografya mahfillerinde bilinir.
Güzel ile faydalının bizi nereye götüreceğini görmek zor. Sanatçının ruhundan kopan mükemmeliyet duygusu bir coşkuya ihtiyaç duyacaktır. Sanatçı mükemmel olan ile ona ulaşmaya çalışan arasındaki metafizik bağı oluşturma çabası onun kendi özündeki merhamet duygusundan geldiğini söyleyebiliriz. Sünnet şenlikleri onun coşku alanından gelebilir. Bunun yanında oğlu için yazdığı eser ise mükemmeliyetçiarayışının sonucudur.
Şu halde sanatı, sanatçının kalbinde ulaşılması zor, aşılması zor bir hedef olarak tanımlayabilir miyiz? Sanatçı, bir eseri yapmakla yetinmez. Belli bir süre sonra bu eserden daha güzel bir eser ortaya ortaya çıkarırım iddiasıyla yeniden işe koyulur. Ve bu olay sanatçının ölüm anına kadar devam eder. Özellikle çağımızda ve çevremizde gördüğümüz sanatçıların çoğu ya bir resmin tuvaline son fırçayı atarken yere yığılmıştır. ya da daktilosunda yazdığı son şiirin son mısralarını yazarken. Sanatçı yere düştüğünde onu sadece biz görürüz. O kendi iç dünyasında ve yaratıcısa vereceği hesabında bu son işini bitirmiştir şerhini düşer. Bu duyulan inancın güçlü işaretini ancak sanatla anlayabilir ve anlatabiliriz.