17 Aralık 2013. Mısır’da askeri darbe olmuş, Ukrayna’da ülke bölünmüş, Arap coğrafyasında yeşeren bahar ayaza çalmakta.
Türkiye’de ise “Gezi” adında bir şey olmuş. Sinsi, alengirli ve yıkıcı. Ortaya çıkışında, yayılışında, yaşanışında tuhaflıklar var. Motive edenlerin, finanse edenlerin, haber yapanların ve bizzat rol kesenlerin hedefinde –kamuflaj amacıyla- iddia edildiği gibi “yeşillik” falan yok. Gezi platformunun hükümete verdiği bir muhtıra var: “3. Köprü, 3. Havalimanı yapılmayacak, büyük yatırımlar duracak.”
Kalkışma bastırıldı. Gezi, evinde zor duran yüzde 50’nin sabrı ve Erdoğan’ın kararlılığı ile aşıldı. Sürüye katılanlar evlerine döndü. Gezi’nin “bileşenleri”, “finansmanı” ve “kaynağı” ise, ilerleyen beş yıl içinde -Gezi’nin ilk üç gününe inananlar dahil- herkes için gayet aşikar oldu.
Bu ilk saldırıydı. Sivillerin kullanıldığı saldırıydı. Devam saldırılar değişen biçim, boyut ve araçlarla geldi.
***
Ortadoğu’da harita değiştirmek isteyenlerin zamanı dardı. Aradan beş ay geçmişti ki, 17 Aralık sabahı bir bombardımana uyandı Türkiye. FETÖ’nün hakim olduğu emniyet-yargı marifeti ve medya eliyle insanların üzerlerine bir şey boca edilmekteydi.
İddia şuydu: “AK Parti hükümeti ve Erdoğan rüşvet ve yolsuzluğa öyle batmıştır ki artık “ak” değildir. Bakın bu bakan yakınlarının ve iş adamlarının evlerinde deste deste paralar, yatak odalarında kasalar, saten çarşaflı yataklarının üzerinde para sayma makineleri falan var...”
Algının oluşması ve yerleşmesi için önceden çalışıldığı belliydi. Dosyaların başsavcıdan gizlenmesi; bilgilerin UYAP’a girilmemesi; 12 isimsiz ihbarın aynı adresten yapılması; operasyonda rol alanların 25 ülkeden 100’ün üzerinde telefon görüşmesi yapması; önceden hazırlanan dosyalarda Erdoğan’dan “devrik Başbakan”, “dönemin Başbakanı” diye bahsedilmesi; usulsüz dinlenmeler, montajlanmış kasetler, çok ayaklı medya planlaması, vesaire.
***