İstanbul’un günden güne hırpalandığını, çirkinleştiğini ve kirlendiğini gördükçe gerçekten üzülüyorum.
Bin bir emekle yıllar içinde nasıl yaşanır hale geldiğine, sorunları bitmese de çözümlerin eş zamanlı olarak devreye girdiğine ve 20 milyona dayanan nüfusuna rağmen her zaman yönetilebilir kaldığına şahidim çünkü.
İstanbul’un bakımsızlıktan ve düşüncesizlikten kocaman bir çöplüğe döndüğü yıllarda geldim İstanbul’a. Sokaklardaki çöp yığınlarını, kötü koku ve sinek sivrisinek istilasını… Akmayan suları, iki üç günde bir kez su verildiğinde ise musluklardan dakikalarca kir ve pas aktığını… Mahallelerin parksız, sokakların caddelerin kaldırımsız, ağaçsız gölgesiz kavruk halini… Toplu ulaşımla bir yerden bir yere ulaşmanın imkansıza yakın derecede zor olduğunu… Ana hatlardaki belediye otobüslerinin bile saatte yalnızca 1 sefer yaptığını bilirim.
Evim Anadolu yakasında, okulum Harbiye’deydi çünkü. 1990’dan beri neredeyse her gün iki yaka arasında gider gelirim. CHP döneminde Haliç’in üzerinden geçerken burnumuzu kapatsak bile kötü kokunun midemizi nasıl bulandırdığını gayet iyi hatırlıyorum.