Ne hissedersiniz? Başka dünyalara doğmak, kuşak farkının yarattığı iletişimsizliği yaşamak dünya kurulduğundan beridir var ama aynı dili konuşamamak, aynı kültüre ve değerlere ait hissedememek Avrupa’daki Türkiyeliler için -eğer tedbir alınmazsa- yaklaşan bir tehlike.
O nedenle Türkiye, Avrupa’daki Türk nüfusuna şu an yaptığından çok daha güçlü şekilde sahip çıkmak, 70’lerde başlayan işçi göçünün Avrupa’da 4 milyonu aşan geniş bir Türk diasporası doğurduğunu, yeni sosyolojiyle birlikte başka sorunlar ve siyasi öncelikler belirdiğini görmek ve buna göre hareket etmek zorunda. Eğer Türkiye, Avrupa’daki Türklere daha yaygın ve etkili şekilde ana dil eğitimi ve kültürel destek sunamazsa, çok değil on-on beş yıl sonra dede torunuyla, Türkiyeli bir siyasetçi oradaki Türk gençlerle başka bir dilde konuşmak zorunda kalacak.
Kabul edilmesi gereken ilk gerçek, onların artık “gurbetçi” olmadığı. Özellikle üçüncü kuşakla birlikte, yaşadıkları ülkelerin vatandaşı olduklarını, Türkiye’ye ilgi ve özlemlerinin giderek azaldığını, geleceklerini orada gördüklerini görmek ve bunu pozitif alanda değerlendirmek zorunda Türkiye.
Bunu yapmanın da en doğru yolu, buradan buyuran değil orada yaşayan, Türk diasporası ve Avrupa devletleri arasındaki ilişkiyi hukuki, siyasi, sosyolojik, psikolojik açılardan değerlendirebilen isimlerle çalışmak. Bu anlamda çok iyi yetişmiş gençler var orada. Geçen hafta İsviçre ve Hollanda’da onlarca insanla tanışıp görüştüğümde ilk fark ettiğim bu oldu. İyi eğitimli, bulunduğu ülkenin diline, hukukuna, sistemine hakim ama Türk kültürüne değerlerine de sahip gençler gayet rasyoneller. Ne Türkiye’ye ne Avrupa’ya dair kompleks içinde değiller. Meselelere hakimiyetleri, sorunlara dair çözüm önerileri ile hazır gibiler.