Son dönem Türkiye siyasetine ilişkin ciddi bir yanılgımız var.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin 2010 yılından sonra yeni bir strateji
geliştirdiğini ve dindar toplum kesimlerini tahkir eden "irtica
söylemi"ni kullanmayı bıraktığını düşünüyoruz.
Bunun üzerinden Kemal Kılıçdaroğlu dönemiyle, Deniz Baykal dönemini
karşılaştırıyoruz. Kılıçdaroğlu'nun Baykal'ın "irtica hortladı,
laiklik tehdit altında, Türkiye İslamlaşıyor" söylemini kullanmayı
bıraktığını söylüyoruz.
Burada bir duralım.
CHP'nin 2010 yılından sonra yeni bir strateji geliştirdiği doğru.
Gerçekten de dindar toplum kesimlerini karşısına almamak için ciddi
bir uğraş içine girdi CHP. Ancak, CHP'nin irtica söylemini
terkettiğini söylemek doğru değil. Kemal Kılıçdaroğlu'nun yeni
CHP'sinin terkettiği şey, "radikal laiklik söylemi"dir. Deniz
Baykal, 2000'lerin Türkiyesi'nde 28 Şubatçı zihniyetin açıktan
savunuculuğunu yapıyor ve bunun üzerinden bir siyasal dayanışma ağı
oluşturuyordu. Baykal'ın CHP'si bu süreçte döne döne "laiklik
tehlikede" propagandası yapıyordu. Ne var ki Baykal bu söylem
üzerinden bir başarı yakalayamadı, AK Parti'nin önünü kesemediği
gibi dindar toplum kesimlerinin ona daha fazla yönelmesine neden
oldu. Batı'da o dönemde Türkiye ile ilgili yapılan analizlerde
şöyle bir çıkarımda bulunulduğunu iyi hatırlıyorum. "CHP'nin temsil
ettiği Kemalistler ideolojik olarak Batı'ya en yakın olan kesim,
ancak toplumsal destekleri yok". Bu sürecin nasıl sonlandığını
hepimiz biliyoruz. Deniz Baykal, bugün arkasında FETÖ'nün olduğu
herkesçe malum adi bir komploya kurban gitti ve yerine Kemal
Kılıçdaroğlu geldi.
Kılıçdaroğlu'nun önüne konan ilk hedef, CHP'nin toplumsal tabanını
genişletmekti. Bu çerçevede ilk olarak tartışmaya açılan husus,
partinin irtica söylemi oldu. Ne var ki yeni CHP yönetimi bu
noktada ciddi bir çelişkiyle karşı karşıyaydı. CHP, o güne kadar
irtica söylemi üzerinden kendi siyasal dayanışma ağını üretmiş,
ideolojik birliğini bu eksende sağlamıştı.
Gün sonunda yeni CHP yönetimi irtica söylemini Baykal döneminde
olduğu gibi kaba saba yöntemlerle değil, daha sofistike bir biçimde
sürdürmek gerektiğine kanaat getirdi. Ve ilk olarak "radikal
laiklik söylemi"ni terketti. İrtica söylemini ise formatını
değiştirerek ve daha çok Kemalist toplum kesimlerini mobilize
etmeye dönük olarak kullanmaya devam etti. İrtica söylemi, yeni
CHP'nin elinde "yaşam tarzına müdahale" söylemine dönüştü. "İrtica
hortluyor" cümlesi, "yaşam tarzımıza müdahale ediliyor" cümlesine
tercüme edildi. Özünde CHP bir siyaset değişikliğine gitmedi.
Gidemezdi, çünkü bu siyaset CHP'yi var eden siyasetin ta
kendisiydi. Bu süreçte dindar toplum kesimleri açıktan hedefe
konmadı, ancak dini yaşam biçimleri ötekileştirildi,
aşağılandı.
CHP, 2019'a en temelde bu hattı kullanarak gidecek. Yaşam tarzı
siyasetiyle toplumu tam ortasından bölmeye dönük bir strateji
izleyecek. CHP, 2010'dan bu yana yaptığı gibi ikili bir siyasi
söylem kullanarak yapacak bunu. Partinin yönetici elitleri yukarıda
daha soğukkanlı bir söylem kullanırken, parti teşkilatları aşağıda
halkı galeyana getirmeye dönük kışkırtıcı propagandalar yapacaklar.
CHP 2019'a radikal bir kimlik siyaseti ve ikili bir siyasal
iletişim kampanyasıyla gidecek. Bu süreçte önümüze birçok
provokasyon çıkacak, CHP medyası "yaşam tarzına müdahale" algısını
pekiştirmek için daha birçok uydurma haber yapacak. Ne olursa olsun
2019'a giderken bu ayrıştırma siyasetinin ve ikili siyasal iletişim
kampanyasının ciddi bir risk teşkil ettiğini görmemiz gerekiyor.
CHP'nin bu ayrıştırma siyasetini AK Parti yönetici elitlerinin ve
hatta parti liderinin tek başına karşılaması ve geçersiz kılması
mümkün değil. AK Parti'nin hem yönetici elitleri, hem de
teşkilatları Türkiye'nin aslı esasını, gerçeğini toplumun bütün
kılcallarına nüfuz ederek tekrar tekrar anlatmak durumunda.