"En büyük komplo, komplosuzluktur" diye bir söz işitmiştim
geçmişte. İtiraf edeyim, o vakitler pek de itibar etmemiştim bu
söze. Hatta o günlerde "komplocu düşünce"yi yeren bir TV programı
bile yapmıştım.
Yanılmışım. Yanılmışız. Şu son 4-5 yılda hem ülkemizde, hem
çevremizde yaşadıklarımız "en büyük komplo, komplosuzluktur" sözünü
haklı çıkardı. Bugün anlıyoruz ki bu memleketin entelektüelleri
uzun süre derin bir uykuya yatmış.
Ne güzel oyalamışlar bizi. Yaşanan onca sarsıntıya, maruz kalınan
onca saldırıya rağmen hâlâ uykusundan uyanamayanlar var. Sayıları
da hiç az değil. Gördükleri rüyaların tadına varmaya çalışıyorlar.
Postmodern rüyalar...
Çevrelerinde olan biteni göremiyorlar. "Komplocu düşünme"yi
sorunsallaştırırken, karşılarında gün gibi duran komploları
görmezden geliyorlar. Gizli örgütler, uluslararası müdahaleler,
savaş baronları, istihbarat savaşları... Bugünün gerçeği
bunlar.
Siyaseti özgür bireylerin tercih süreci, uluslararası ilişkileri
bağımsız ulus- devletlerin münasebetleri olarak okuyanlar yanılmaya
devam ediyorlar. Gerçek hayatta karşılığı olmayan, bir vakitler
ezber ettikleri kavramlarla, siyaseten doğrucu kalıplarla
Türkiye'ye yön vermeye çalışıyorlar. Kendilerini her daim yargıç
olarak görüyorlar. Biteviye yargılıyorlar...
Bu zihniyet içinde olanların Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı
"yıpratma savaşı"nı anlamaları ne kadar mümkün? Ya da FETÖ'nün,
DEAŞ'ın, PKK'nın dış mihrakların oyun planları içindeki yerini
kavramaları? FETÖ'yü kullananlarla DEAŞ'ı kullananlar, hatta her
iki örgütün önünü açanlar aynı aktörler. PKK'ya alan açanlar
da...
İslam dünyasını parçalama, yüz yıl öncesindekinden daha ağır bir
ikinci bölünme dalgası yaratma dürtüsüyle hareket eden bir öteki
var karşımızda. Evet bize düşmanlık yapan bir öteki!
Bu düşman uzun yıllardır "akıllı güç" kullanıyor. Yeri geldiğinde
"yumuşak güç" unsurlarını devreye sokuyor, yeri geldiğinde "sert
güç" unsurlarını. Uzun yıllar Türkiye'nin büyük bir kolaylıkla
kuşatılabilmesi, kendi çıkarlarıyla ilişkili olmayan politikalara
mahkûm edilebilmesi bu ülkenin elitlerinin bir türlü doyamadığı o
ölüm uykusuyla ilişkili. Tam da bu nedenle bu ülkenin elitleri
yıllar yılı bir ölüm kalım savaşı verdiklerini fark edemediler.
Mücadelenin en sert şekilde sürdüğü dönemlerde bile mücadelenin
varlığını inkâr ettiler.
R. Tayyip Erdoğan, bu ölüm uykusundaki elitlerin sayıklamalarını
yok saydı. Her şeyden önce milleti kavganın, mücadelenin varlığına
ikna etti. Bu mücadelenin bir istiklal mücadelesi olduğunu gözler
önüne serdi.
Şimdi çetin bir mücadele içinde olduğumuzu biliyoruz. Çevremizdeki
çemberin daraltılmaya çalışıldığının farkındayız. Fakat elimizdeki
imkânların da bilincindeyiz. İki yüz yıl önce gasp edilmeye
çalışılan ve şu anda elimize geçen imkânlardan bahsediyorum.
Devlet- millet birlikteliği bu ülkenin şu andaki en önemli
sermayesi.
Bize düşmanlık yapanlar bu sermayeyi elimizden almak için her türlü
komploya başvuruyorlar, başvuracaklar. Terör örgütleri ve gayrı
milli işbirlikçi unsurlar ne yazık ki hâlâ en kullanışlı araçlar.
FETÖ'nün ve gayrı milli unsurların işbirliğiyle yargıda karşı
karşıya kaldığımız kumpaslar devlet- millet birlikteliğini ortadan
kaldırmak için tezgâhlanmış operasyonlar. En son Bülent Arınç'ın
damadı Ekrem Yeter'in tutuklanması ve serbest bırakılması
hadiselerinde bu tezgâhı en somut şekilde görmüş olduk. Birileri,
"15 Temmuz ruhu"nun sembolize ettiği devlet- millet birlikteliğini
ortadan kaldırmak için yoğun gayret içinde. Aman dikkat. Bu
operasyonlara karşı daha sert tedbirlerin alınması ve devlet-
millet birlikteliğine zarar verecek girişimlerin bertaraf edilmesi
gerekiyor...