Ne diyordu Orhan Seyfi Orhon?
"Diyorlar, kül olmaz ateş yanmadan.
Denizler durulmaz dalgalanmadan..." "Bir durulmadı gitti"
dediğinizi duyar gibiyim.
Evet, sular durulmuyor.
Zira düşman durmuyor.
Suyumuzu bulandırıyor.
Bizi zehirlemenin derdine düşüyor.
Başa 15 Temmuz-FETÖ yargı sürecini koymuş. Ardına PKK-PYD'nin faaliyetlerini iliştirmiş.
Peşine Suriyeli mültecileri eklemiş. Ve son olarak Cumhurbaşkanlığı sistemine uyum yasalarından söz etmiş.
Bu dört meydan okumanın da iç istikrarı, ekonomik büyümeyi ve Batı'yla ilişkileri krize sokabilecek riskler içerdiğini öne sürmüş. Kendisine katılmamak mümkün değil.
Esasında Türkiye bu meydan okumalarla çok hızlı ve etkili biçimde başa çıkabilir. Siyasetin de, devletin de elinde büyük imkânlar var.
Türkiye halkı bu sorunların çözümüyle ilgili siyasi iradeye güven duyuyor ve çözüm önerilerine destek oluyor. Devletin ideolojik körlüğü, baskıcı politikaları ve jakoben tavrı yerini devlet-millet bütünleşmesine, aşağıdan yukarıya doğru işleyen modernleşme adımlarına bırakmış durumda.
Devlet, terör örgütleriyle ilk defa bu kadar etkin mücadele ediyor. Etkin kalkınma politikaları üretiyor. Halkına hizmet sunuyor. Gelgelelim, düşman durmuyor... Türkiye'yi düşürmek için her yola başvuruyor. Yeri geliyor terör örgütlerini üzerimize salıyor. Yeri geliyor finansal ataklarla bizi krize sokmaya çalışıyor. Yeri geliyor basın özgürlüğü gibi söylemlerle bizi sıkıştırmaya çalışıyor.
Yeri geliyor hepsini birden yapıyor. Tam da bugünlerde olduğu gibi...
2019'u bir dönüm noktası olarak görüyorlar.
Bu nedenle o vakte kadar Türkiye'nin toplumsal, siyasal ve ekonomik istikrarına ne kadar zarar verebilirlerse vermek istiyorlar. Sadece dünkü Times, Guardian, Financial Times, New York Times, The Wall Street Journal, The Telegraph, Frankfurter Allgemeine Zeitung, Die Zeit gibi yayın organlarında çıkan Türkiye yorumlarına bakmak yeterli. Hemen hepsi ağız birliği etmişçesine yabancı yatırımcıya sesleniyor. "Aman ha, Erdoğan'ın Türkiye'sine yatırım yapmayın" diye tavsiyede bulunuyorlar. Türkiye'ye yatırım yapmanın ekonomik olarak cazip olduğunun da farkındalar. Bunu zikretmekten de geri durmuyorlar. Ama mesele ağaç değil, sen hâlâ anlamadın mı! Mesele Türkiye'ye karşı başlattıkları "kültürel savaş"a bütün Batılı aktörlerin destek olması! Ben "kültürel savaş" yazdım, siz onu "Haçlı savaşı" okuyun!
Bu süreçte bizim siyasetimizin esası, "taarruz altında imar" şiarına göre şekillenmeli. Ne maruz kaldığımız savaş, imar ve inşa politikalarına engel teşkil etmeli, ne de elde ettiğimiz imkânlar bizi konformizme sürükleyip, içinde olduğumuz mücadeleyi bize unutturmalı. Unutmayalım ki Türkiye, büyüdüğü ve güçlendiği için günden güne daha ağır bir taarruz dalgasıyla karşı karşıya kalıyor.
En büyük düşmanımız yeis. Bütün bu olan bitenler, bize karşı uluslararası alanda sürdürülen kara propaganda kampanyaları bizi ümitsizliğe, yeise sevk etmek için. İşte o noktada savaşı kazanmış, bizi teslim almış olacaklar. Oysa biz güçlendiğimiz için bu saldırılarla, bu ithamlarla, bu yargısız infaz girişimleriyle karşı karşıya kalıyoruz.
İktidarın demokratikleşmesi en önemli sorun onlar için. Çünkü iktidarın demokratikleşmesi, Türkiye'nin dış politikasının özerkleşmesi de demek. Özerkleşme, yani Batıcı, yani güdümlü siyasetin terki! Şer odaklarını da anlamak lazım!
Onca yatırım, onca emek. Hepsi ıskartaya çıkmış oluyor. Bir Kasımpaşalı çıkıyor, "bu böyle gitmez" diyor. Millette karşılık buluyor. Türkiye'ye yeni bir rol biçiyor. Yetmiyor, küresel sisteme meydan okuyor. Yüzleşeceğimiz meydan okumalarımız var, bir de ürettiğimiz, muhataplarımızı karşı karşıya bıraktığımız meydan okumalar var... Bizim manevra alanımızı artıran, bize yeni imkânlar sunan meydan okumalar... Yeter ki akıllı olalım ve dirayetli olalım...