Son yıllarda Türkiye'nin birliğine, dirliğine, istikrarına,
huzur ve barışına yönelik saldırılar iki ana eksende karşımıza
çıktı. Bir saha operasyonları, iki algı operasyonları.
Bu ikisi de birbirini besleyerek varlık buldu. Zira her ikisinin de
arkasındaki el aynı el.
Amaç, Türkiye'yi zayıflatmak ve yeniden teslim almak. Bunun için de
mutlak surette Recep Tayyip Erdoğan'dan kurtulmaları gerektiğine
inanıyorlar.
Bu ülkenin vatansever insanlarının Erdoğan'ı sahiplenmek için
onlarca nedeni var. Her şeyden önce Erdoğan kendi kimliklerini,
önceliklerini, gelecek tasavvurlarını temsil ediyor. Halk bugün
Türkiye'de hiç olmadığı kadar iktidarın merkezinde ve belirleyici
konumda. Bir an için bunların olmadığını varsaysak bile sırf
Türkiye düşmanlarının hedefinde olduğu için bile Erdoğan sahip
çıkılması gereken bir aktör, hatta bir siyasi değerdir.
Dediğim gibi Türkiye karşıtı operasyonların iki türü var. Şu son
beş yılda saha operasyonlarının da algı operasyonlarının da birçok
türü ile karşılaştık. Bu süreçte Batılılar ve Batıcılar sürekli
ittifak halinde hareket ettiler. Türkiye karşıtı güçlerin
(Batılıların ve Batıcıların) başlıca saha operasyonlarının neler
olduğunu hepimiz biliyoruz. Sırasıyla Gezi kalkışması, 17-25 Aralık
kumpası, 6-8 Ekim ayaklanması, yoğun terör saldırıları, 15 Temmuz
darbe girişimi ve sistematik finansal ataklar... Bu saha
operasyonlarında da bir sahaya sürülenler var, bir de onları sahaya
sürenler.
PKK, FETÖ ve diğer irili ufaklı terör örgütleri sahaya
sürülenlerdi...
Bu saha operasyonlarının hazırlık sürecinde, söz konusu
operasyonlar esnasında ve sonrasında elbette algı operasyonları da
gündeme geldi.
Batı'daki ve ülkemizdeki Erdoğan düşmanı medya kuruluşları
birdenbire suni gündemler oluşturdular. Bunların neler olduğuna
kısaca bakalım.
1) Türkiye'de seküler yaşam tarzlarına müdahale edildiği gibi bir
algı oluşturmaya çalıştılar.
2) AK Parti'nin demokratik yollarla yenilmesinin mümkün olmayacağı
yönünde yayınlar yapıldı.
3) Ülke ekonomisinin kötüye gittiği şeklinde bir yanlış algı
oluşturuldu.
Özellikle kur artışları üzerinden felaket tellallığı yapıldı.
4) Toplumda bir kutuplaşma olduğu, bu kutuplaşmanın ülkenin barış
ve huzuruna zarar verdiği tezi sıklıkla işlendi.
5) İkide bir Batı'nın Türkiye'yi gözden çıkardığı ve Türkiye'yi
ağır biçimde cezalandıracağı söylemi dile getirildi.
6) Türkiye'de kamu kurumlarının işlemediği, devletteki tasfiyeler
sonrasında kurumların iyice zayıfladığı şeklinde bir algı
oluşturulmaya çalışıldı.
Türkiye karşıtı algı operasyonlarının temel unsurlarını ortaya
koymaya çalışmamın nedeni geçmişe yönelik bir analiz yapmak değil.
Bu unsurlar bugün de devrede ve yoğun biçimde Batı'daki Erdoğan
karşıtı medya ve içerideki CHP-HDP medyasınca gündemde
tutuluyor.
Pekala bunlara karşı Türkiye'de toplumsal barış ve huzuru
zedelemediği müddetçe hiç kimsenin yaşam tarzının tehdit altında
olmadığını, siyasete katılım ve demokratik rekabet kanallarının
açık olduğunu, Türkiye ekonomisinin dünyanın en hızlı büyüyen
ekonomilerinden biri olduğunu, dolar kurunun normal sınırlarına
ulaştığını, siyasal kutuplaşma olsa bile bunun toplumsal kutuplaşma
anlamına gelmediğini, Türkiye'nin artık kendi ayakları üstünde
durduğunu, Batı'nın kendisini cezalandırabilecek bir durumunun
olmadığını, devletin FETÖ tasfiyeleri sonrasında zayıflamadığını,
aksine güçlenmeye başladığını söyleyerek cevap verebiliriz. Fakat
mesele bu algı operasyonlarına cevap yetiştirme meselesi değil. Bu
algı operasyonları yeni bir saha operasyonu için kullanılacak mı?
Mesele bu.
Bu söylemler yeniden devreye sokuluyor. Dikkati elden
bırakmayalım.
Bir kez daha gafil avlanmayalım.