Türkiye, yıllardan beri terör örgütleriyle cebelleşen, mücadele
eden ve ne yazık ki bu mücadelesinde yalnız bırakılan bir ülke.
Uluslararası camia, özellikle de Batı dünyası Türkiye'nin karşı
karşıya olduğu güvenlik tehditlerini görmezden geldi. Hatta ve hata
terör örgütlerinin ürettiği yıkıcı kapasiteyi kendi çıkarları için
kullandı.
Terör örgütlerine destek vermekten çekinmedi.
Maksat, Türkiye'yi tamamen çökertmek değilse de, elini zayıflatmak,
müdahaleye, manipülasyona açık hale getirmekti.
Nitekim öyle oldu.
Türkiye, terör örgütleri üzerinden istikrarsızlaştırıldı, zayıf
düşürüldü, Batı'nın desteğine muhtaç kaldı.
2000 sonrasında üç önemli gelişme yaşandı.
Biri ulusal, biri bölgesel ve biri küresel üç önemli
gelişme... 2001'de 11 Eylül saldırılarıoldu. 11 Eylül
saldırılarıyla birlikte terör Batı dünyası için yeni bir boyut
kazandı.
Terörizm ve fanatizmin yeni bir formunun küreselleştiği ve
hedefine Batı dünyasını koyduğu görülmüş oldu. Ne var ki sorunun
kaynağı Batı sömürü düzeninin hatalı politikalarında değil, İslam
dininde arandı. Müslüman dünya suçlandı.
İkinci önemli gelişme 2002'de AK Parti'nin iktidara gelmesi oldu.
R. Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti
hükümetleri Türkiye'nin çok ciddi bir kapasite artışı
yaşamasına,ekonominin büyümesine, siyasetin
istikrar kazanmasına ve demokratikleşmesine
zemin hazırladı. Türkiye bu süreçte bir yandan
küreselleşen fanatizmin yeni formu konumundakiel
Kaide terörüne muhatap olurken, diğer yandan etnik
temelli, ayrılıkçı ve pan-Kürdistbir terör örgütü olan
PKK'nın saldırılarına maruz kaldı. Son 15 yılda büyük
badireler atlatıldı.